vakit nurlara hücum edilse, musibetler fırsat bulup gelir-
ler ve bazen de zemin hiddet eder,” diye yazmaya niyet
ederken, burada iki şiddetli zelzele,
(HaşİYe)
beni o bahsi
yazmaktan vazgeçirdi. onu bırakıp üçüncü noktaya geçi-
yorum.
•
Üçüncü Nokta
: ey müdakkik ve hakikatli ve in-
saflı ehl-i vukuf âlimlerimiz! eskiden beri ehl-i ilim ma-
beyninde bir makbul âdet-i müstemirreye binaen, yeni
telif edilen güzel kitapların ahirlerinde, başkaların o kita-
ba methiyeleri ve takrizleri ve mübalâğâne ve bazen müf-
ritâne senaları yazılıp neşredildiği ve müellif kemal-i
memnuniyetle o takrizcilere minnettar olduğu ve rakip-
leri dahi onu hodfüruşlukla ittiham etmedikleri hâlde;
nurun bir kısım has ve halis şakirtlerinin ve merhum Ha-
san Feyzi ve şehit Hafız Ali tarzında yazdıkları takrizleriy-
le aleyhime şiddetli hücum eden pek çok insafsız muarız-
lara karşı aczime, zaafıma, garipliğime, kimsesizliğime
yardım ve nurlara muhtaçları teşvik fikriyle olan methi-
yelerini bütün bütün reddetmediğimi ve şahsıma ait kıs-
mını nurlara çevirdiğimi bir hodfüruşluk telâkki etmenizi
kemal-i dikkatinize ve tahkikî ilminize ve şefkatkârâne
muavenetinize ve insafınıza yakıştıramadığımdan müte-
essir oldum. Ve o methiyeleri yazan safî arkadaşlarımın
HaşİYe:
Bu iki zelzele 18.9.1948 tarihine müsadif cuma günü kuşluk
vakti olmuştur.
afyon Hapsinde
risale-i nur talebeleri namına
Halil, Mustafa, Mehmed Feyzi, Hüsrev
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âdet-i müstemirre:
yerleşmiş alış-
kanlıklar ve gelenekler.
ahir:
son.
aleyh:
karşı, karşıt.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
bahis:
konu.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim adam-
ları.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar, hâ-
kimler.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkatkârâne:
şefkatli ve merha-
metli bir şekilde.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin adını
yüceltme uğrunda canını feda ede-
rek savaşta vurulup ölen Müslü-
man.
garip:
kimsesiz, zavallı.
haşiye:
dipnot.
hakikat:
gerçek, esas.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hodfüruş:
kendini beğendirmeğe
çalışan, kendini satan, övünen,
övüngen.
hücum:
saldırma.
ilim:
bilme, bilgi.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kemal-i dikkat:
tam ve mükem-
mel bir dikkat.
kemal-i memnuniyet:
tam bir
memnuniyet.
mabeyn:
ara.
makbul:
geçerli, muteber.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
methiye:
birini övmek mak-
sadıyla yazılmış yazı.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
muavenet:
yardım.
mübalâğakârâne:
mübalâğa
ederek, büyüterek, olduğundan
farklı göstererek.
müdekkik:
tetkik eden, ince-
leyen, inceden inceye araştı-
ran.
müellif:
eser telif eden, ya-
zan.
müfritâne:
müfrit bir şekilde,
aşırı derecede, aşırı olarak.
musibet:
felâket, belâ.
müteessir:
teessüre kapılan,
duygulanmış, etkilenmiş.
neşir:
yayma,yayım, herkese
duyurma.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
red:
kabul etmeme.
safî:
halis, temiz.
sena:
methetme, övme.
tahkikî:
araştırma ve inceleme
ile ilgili, inandığı şeylerin aslını,
esasını bilerek inanma.
takriz:
övme yazısı, bir eser
hakkında yazılan ve eserin ba-
şına konulan övgü yazısı.
tarz:
biçim, şekil, suret.
telâkki:
anlama, kabul etme.
telif:
eser yazma.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zemin:
yeryüzü.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 642 | Şualar