hiç siyaseti düşünmeyerek, riyazî bir hesapla, “Mana-i işa-
rî külliyetinin bir mâsadakı ve cüz’î bir ferdi bu zamanda
risale-i nur’dur” demelerine hata denilmez. Çünkü, za-
man tasdik ediyor. Haydi çok mübalâğa veya hata dahi
olsa, ilmî bir hatadır. Herkes kendi kanaatini yazabilir.
Acaba, Şeriatta on iki mezhep; hususan Hanefî, Malikî,
Şafiî, Hanbelî mezheplerinde ve yetmişe yakın ilm-i ke-
lâm ve usulüddin dairesindeki allâmelerin fırkalarında ne
kadar ayrı ayrı kanaatler ve fikirler, kitaplara yazılmış, bi-
lirsiniz.
Hâlbuki, bu zaman kadar, hiçbir zaman, din âlim-
lerinin ittifakına ve münakaşa etmemesine muhtaç olma-
mış. Şimdilik teferruattaki ihtilâfı bırakmaya ve medar-ı
münakaşa etmemeye mecburuz
.
@
EhL-ivuKufuNiNSafLIhoCaLarINdaN
ÜçSuaLiMvar:
Birisi
: Bir adam, diğer bir adamı, safî bir niyetle onu
methetmekle mes’ul olur mu? Hususan o istemediği, elin-
den geldiği kadar o medihleri ya red veya başkasına çe-
virdiği ve o halis dostunu kaçırmamak için onu tekdir et-
meyip, methini “Yüz derece haddimden fazladır” diye,
sükût ile mukabele etmesi hiç hodfüruşluk sayılır mı?
Şualar | 643 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
Malikî:
İmam-ı Malik hazretlerinin
kurduğu mezhep.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
mecbur:
zorunda kalma.
medar-ı münakaşa:
münakaşaya,
tartışmaya sebep olan.
medih:
övmek.
mes’ul:
yaptığı işlerden hesap ver-
meye mecbur olan, sorumlu.
mezhep:
bir dinin bazı noktalarda
görüş farkları bulunan kollarından
her biri.
mübalâğa:
bir işi, bir şeyi çok bü-
yütme, abartma.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
münakaşa:
tartışma.
red:
kabul etmeme.
riyazî:
hesapla, matematikle ilgili,
riyaziyeye ait.
safî:
saf olan, katışıksız, duru.
siyaset:
politika.
sual:
soru.
sükût:
susma, sessiz kalma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
teferruat:
ayrıntılar, dallar, bö-
lümler.
tekdir:
azarlama.
usulüddin:
inanca dair meseleler-
den İslåmî esaslar çerçevesinde
bahseden kelâm ilminin diğer adı.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
allâme:
pek çok konuda ihtisas
sahibi büyük bilgin, ilmî sevi-
yesi çok yüksek olan âlim, üs-
tad-ı azam.
cüz’î:
küçük, az.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi olan-
lar, hâkimler.
fırka:
topluluk, grup, cemaat.
Şafiî:
İmam-ı Şafii’nin kurduğu
mezhep.
şeriat:
ayet ve hadislerle, kıyas,
icma-i ümmet ve büyük mez-
hep imamlarının içtihatları üze-
rine kurulan islâm dini kuralları,
İslâm şeriatı, şer-i şerif.
halis:
samimî, her amelini yal-
nız Allah rızası için işleyen.
Hanbelî:
Ahmet ibn Hanbel
tarafından kurulan dört ehl-i
sünnet mezhebinden biri.
Hanefî:
İmam-ı Azam Ebu Ha-
nife’nin kurduğu dört büyük
ehl-i sünnet mezhebinden biri.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meğe çalışan, kendini satan,
övünen, övüngen.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihtilâf:
anlaşmazlık, uyuşmaz-
lık, bir konuda farklı görüş ve
düşünüş, fikir ayrılığı.
ilm-i kelâm:
kelâm ilmi, Ce-
nab-ı Hakkın zat ve sıfatların-
dan, nübüvvet, haşir, kader
gibi imana ait meselelerden
İslâmî esaslar dairesinde delil
ve bürhana dayalı olarak bah-
seden ilim.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
ittifak:
birleşme, fikir birliği
etme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.