Cevap:
Mehdî hakkında Şiîlerin “on iki imamdan birisi,
hayatta iken gizlenmiş, ahirzamanda çıkacak”
demelerine mukabil; ehl-i sünnetin bir kısmı,
“İmam-ı Muntazır akidesi batıldır” demişler. Az bir
kısım Hanefî uleması da
(1)
À'
ù«/
Y s
’p
G …/
ór
¡n
e n
’
demiş-
ler. Bunda hem denizli’deki ehl-i vukufun bir kıs-
mı, hem makam-ı iddia yanlış mana vermişler. Her
asırda mehdî manasına ümmetin fıtrî bir ihtiyacına
binaen beklemişler. Ve birkaç vecihte rivayetlerin
delâletiyle birkaç mehdî belki her asırda bir nevi
mehdî sâdat-ı ehl-i Beytten geleceği ümmetçe ka-
bul edilmiş. Buna hata diyen birkaç cihette yanlış
eder.
Hata 76:
Bir kitapta, “Mehdîye dair hadislerin kâffesi za-
yıftır” denilmiş
.
Cevap:
Hangi mesele var ki, bazı kitaplarda ona ilişilme-
sin. Hatta İbni Cevzî gibi büyük bir muhaddis bazı
sahih ehadisi mevzu dediğini, ulemalar taaccüple
nakletmişler. Hem, her zayıf veya mevzu hadisin
manası yanlıştır demek değildir Belki an’aneli se-
net ile hadisiyeti kat’î değildir demektir. Yoksa ma-
nası hak ve hakikat olabilir.
Hata 77:
Bunların zayıf ve muztarip olduğunda ittifak
vardır. İmam-ı Şafiî, değil mevzuu, mürseli de ka-
bul etmediği hâlde, Said, Şafiî iken bunları kavlet-
mesinin hikmeti anlaşılamamıştır
.
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
akide:
iman, inanılan ve itikat edi-
len esas, inanç.
an’ane:
hadis naklinin rivayet zin-
cirlemesi.
asır:
yüzyıl.
batıl:
dinde yeri olmayan, dinî hü-
kümlere zıt.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cihet:
yön.
dair:
alakalı, ilgili.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ehadis:
Hz. Peygamberin sözleri.
Ehl-i Sünnet:
İslam’ı ilk günkü sa-
fiyetiyle kabul ederek dinden ol-
mayan şeyleri karıştırmayıp, Hz.
Peygamberin sünnetinden ve yo-
lundan ayrılmayanlar.
ehl-i vukuf:
bir mesele hakkında
bilgi ve yetki sahibi olanlar, hâ-
kimler.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hadisiyet:
hadis oluş, Hz. Peygam-
berin sözü olma.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçel, doğru.
Hanefî:
İmam-ı Azam Ebu Hani-
fe’nin mezhebinden olan.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kâffe:
hep, bütün, cümle, tama-
mı.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
kavletme:
söz etme.
makam-ı iddia:
mahkemede bir
hakkın sabit olduğunu dava eden,
savcı.
Mehdî:
Şiilere göre kaybolan ve
kıyamete yakın ortaya çıkarak
yeryüzünde adaleti sağlayacak
olan on ikinci imam. (Muhammed
Mehdî).
mesele:
önemli konu.
mevzu:
yalancıların uydurduğu ve
hadis diye Peygamberimize isnat
ettiği haberler, uydurma hadisler.
muhaddis:
hadis ilmiyle uğraşan
âlim, hadis âlimi.
mukabil:
karşılık.
mürsel:
senedinde Sahabenin adı
anılmaksızın rivayet edilen ve bu
yüzden de muttasıl olmayan hadis,
doğrudan doğruya Hz. Pey-
gamberden rivayet edilen ha-
dis.
muztarip:
bir hadisin metin
veya senedi çeşitli şekillerde
rivayet edildiğinde, içlerinden
birini tercih edememe duru-
mu.
nevi:
çeşit, tür.
rivayet:
Hz. Peygamberden
nakledilen hadis.
Sâdât-ı Ehl-i Beyt:
Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) soyundan
gelen seyyidler.
sahih:
ravilerin kesintisi bu-
lunmayan bir senetle rivayet
ettikleri, doğruluğu ve Pey-
gamberimize ait olduğu şüphe
götürmeyen hadis.
senet:
bir hadis metninde, o
metni rivayet etmiş ravilerin,
en son raviden başlayarak Hz.
Peygambere varıncaya kadar
uzanan isimler zinciri.
Şiî:
Şia mezhebinden olan, hi-
lâfetin Hz. Ali ve onun soyunun
olması gerektiği görüşünü sa-
vunan, Hz. Ali (r.a.) taraflısı.
taaccüp:
şaşma, hayret etme,
şaşakalma.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
vecih:
cihet, yön.
zaif:
zayıf.
1.
Hazret-i İsa’dan başka mehdî yoktur.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 668 | Şualar