bir mektubu mevhum bir gizli cemiyetin naşir-i efkârı te-
lâkki etmesi ve otuz kırk senede telif edilen yüz otuz risa-
leyi bu sene yazılmış ve hiç mahkemeleri görmemiş gibi,
üç dört mahrem risalede olan otuz kırk kelimeyi, yüz otuz
risale-i nur’daki bütün yüz bin kelimelere teşmil edip
umumunu mes’ul etmesi ve yirmi üç seneden beri beni
tarassut ve nezaret altında tutan ve dört beş mahkemele-
re sevk eden ve beş altı defa risale-i nur’un ekseriyet-i
mutlaka eczalarını müsadereden sonra iade eden beş al-
tı vilâyetin hükûmetlerini ve adliyelerini ve zabıtalarını bi-
zim o mevhum, asılsız suçlarımıza tam teşrik etmesidir.
5.
nurun mahrem parçalarında tesadüf ihtimali, kana-
atimizce bulunmayan bazı tevafukat-ı gaybiye ve tetabu-
kat-ı riyaziye ve ebcediye ve çok işarat-ı kur’âniye bilitti-
fak hem mana, hem riyazî ve cifrî hesabıyla risale-i
nur’un makbuliyetine imza basmaları ve İmam-ı Ali (
rA
)
Celcelûtiye’sinde sarahate yakın risale-i nur’dan haber
vermesini ve gavs-ı Azam’ın (
ks
) yine imza basmasını biz-
ler kat’î bir kanaatle hakkımızda bir inayet-i rabbaniye
ve bir ikram-ı sübhanî ve nurların makbuliyetine bir işa-
ret-i gaybiye ve kur’ân’ın bir mu’cize-i maneviyesi olan
risale-i nur’daki hakaik-ı imaniyenin bir nevi keramatı bi-
liyoruz. Biz, hususan ben, gayet derece kuvve-i manevi-
yeye ve kudsî teselliye çok muhtaç olduğumuz bir zaman-
da, ihtiyârımızın haricinde bu işarat-ı gaybiyeyi gördük ve
tasdik ettik.
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
bilittifak:
ittifakla, beraberce, el
birliğiyle.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz Re-
sul-i Ekrem’in (a.s.m.) derslerine
istinaden, aslı cifir ve ebcet hesabı
ile alâkalı olarak Hz. Ali (r.a.) tara-
fından telif edilen Süryanîce bir
kaside.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cifrî:
cifir hesabına ait.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
ekseriyet-i mutlaka:
mutlak ço-
ğunluk.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait ha-
kikatler, imanî gerçekler.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iade:
geri verme.
işarat-ı gaybiye:
Hz. Peygamber,
müçtehit imamlar tarafından gayba
ait verilen haberler, işaret yolu ile
yapılan açıklamalar.
işarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
retleri.
işaret-i gaybiye:
Hz. Peygamber,
müçtehit imamlar tarafından gayba
ait verilen haberler, işaret yolu ile
yapılan açıklama.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
ikram-ı Sübhanî:
her türlü kusur
ve noksandan uzak olan Cenab-ı
Hakkın ihsanı, bağışı.
inayet-i rabbaniye:
her şeyin ter-
biye ve idare eden Cenab-ı Hakkın
yardımı.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
keramat:
kerametler, ermişlerin,
velîlerin olağanüstü sözleri ve hâl-
leri.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kuvve-i maneviye:
manevî güç,
moral.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
makbuliyet:
makbullük, beğenil-
mişlik, geçerlilik.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
mevhum:
hakikatte olmayan,
vehim ve hayal ürünü olan.
mu’cize-i maneviye:
manevî
mu’cize.
müsadere:
toplatma, elden
alma.
naşir-i efkâr:
düşünceleri, fi-
kirleri yayan, neşreden.
nevi:
çeşit, tür.
nezaret:
gözetme, bakma,
kontrol etme.
riyazî:
hesapla, matematikle
ilgili, riyaziyeye ait.
sarahat:
ifadedeki açıklık, açık
anlatım.
sevk:
yöneltme, gönderme.
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
teşmil:
genelleştirme, şümul-
lendirme.
teşrik:
ortak etme.
telâkki:
anlama, kabul etme.
telif:
eser yazma.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin
kendiliğinden meydana gel-
mesi.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
tetabukat-ı riyaziye:
sayılar-
daki denklik, rakamlardaki uy-
gunluk.
tetabukat-ı riyaziye ve eb-
cediye:
sayısal ve ebcedî denk-
lik, uygunluk.
tevafukat-ı gaybiye:
gaybî ve
manevî bir inayetle yapılan,
hizmetlere akseden yardımlar,
görülen kolaylıklar.
umum:
hep, herkes.
vilâyet:
il.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 678 | Şualar