için size kat’î haber veriyorum ki, beni öldürdükten son-
ra yaşayamayacaksınız. kahhar bir el ile bu fânî cenneti-
nizden ve mahbubunuz olan dünyadan tard edilip ebedî
zulümata çabuk atılacaksınız. Arkamdan pek çabuk sizin
nemrutlaşmış reisleriniz gebertilecek ve yanıma gönderi-
lecek. Ben de huzur-i İlâhîde yakalarını tutup adalet-i İlâ-
hiye onları esfel-i safilîne atmakla intikamımı alacağım.
“ey din ve ahiretini dünyaya satan bedbahtlar! Yaşa-
manızı isterseniz bana ilişmeyiniz. İlişseniz, intikamım mu-
zaaf bir surette sizden alınacağını biliniz, titreyiniz. Ben
rahmet-i İlâhiyeden ümit ederim ki, mevtim hayatımdan
ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba
gibi patlayıp, başınızı dağıtacak. Cesaretiniz varsa ilişiniz!
Yapacağınız varsa göreceğiniz de var” deniliyor ve bir
ayetle bitiriliyor.
xx
[Mahkemealeyhimdeyazmış;hâlbuki,onlarıif-
ratlaittihamedenbirfıkradır.]
Ankara’da Mustafa kemal’in şiddet ve hiddetle di-
van-ı riyasete girip “seni buraya çağırdık ki, bize yüksek
fikir beyan edesin. sen geldin, namaza dair şeyleri
yazdın, içimize ihtilâf verdin” dediğini, said’in de ona
“namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur”
Şualar | 687 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
muzaaf:
kat kat, iki misli.
Nemrut:
yüzü gülmez, katı yürekli,
inatçı, zalim kimse.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
reis:
başkan.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tard:
kovma, çıkarma, uzaklaştır-
ma, sürme.
ziyade:
çok, fazla.
zulümat:
dinsizlik, zulüm ve kü-
für.
adalet-i İlâhiye:
Allah’ın ada-
leti, İlâhî adalet.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
aleyh:
karşı, karşıt.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, za-
vallı.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
dair:
alâkalı, ilgili.
divan-ı riyaset:
reislik, baş-
kanlık makamı.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
esfel-i safilîn:
aşağıların en
aşağısı, Cehennemin en aşağı
tabakası.
fânî:
ölümlü, geçici.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
hain:
hıyanet eden, arkadan
vuran, iyiliği kötülükle karşılık
veren.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
huzur-i İlâhî:
Cenab-ı Hakkın
huzuru.
hüküm:
verilen karar.
ifrat:
aşırılık, pek ileri gitme,
haddini aşma.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda farklı
görüş ve düşünüş, fikir ayrılı-
ğı.
intikam:
öç alma.
itham:
suç isnat etme, suçla-
ma.
Kahhar:
kahreden, kudret ve
kuvvet sahibi, Allah.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
merdut:
reddolunmuş, kovul-
muş.
mevt:
ölüm.