“Cevabü’l-ahmaku’s-sükût” kaidesince, böylelere karşı
cevap, sükûttur. Fakat, bazı ahmakların arkasında bed-
baht gafiller de bulunduğundan, deriz ki: ey bîçareler! Bu
dünya bir misafirhanedir. Madem ölüm var, kabre girile-
cek. Bu hayat gidiyor, bâkî bir hayat geliyor. Bir defa top
tüfek denilse, bin defa Allah Allah demek lâzım gelir.
xx
[Mucib-ihayrettirki,OnAltıncıLem’adabizimle-
himizdeolanbircümleyialeyhimizeçeviripokıy-
mettarmenfaatlirisaleninmüsaderesinemeyil
göstermişler.]
on altıncı Lem’adan:
“Harb belâsı bizim hizmet-i kur’âniyemize mühim bir
zarardır. kàdir-i külli Şey bir dakikada bulutlarla dolmuş
cevv-i havayı süpürüp temizleyerek semanın berrak yü-
zünde ziyadar güneşi gösterdiği gibi, bu zulümatlı ve rah-
metsiz bulutları izale edip hakaik-i şeriatı güneş gibi gös-
terir. onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satma-
sın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin;
o vakit kendi kendine iş düzelir.
“Madem ki sizin elinizdeki nurdur. nurdan zarar gel-
mez. neden arkadaşlarınıza ihtiyat tavsiye ediyorsunuz?”
Bu suale karşı muhtasar cevabım şudur:
Şualar | 695 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
müsadere:
toplatma, elden alma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
sema:
gökyüzü, gök.
sual:
soru.
sükût:
susma, sessiz kalma.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak, ay-
dınlık.
zulümat:
karanlıklar.
aleyh:
karşı, karşıt.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
berrak:
nurlu, pek parlak, duru,
açık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cevabü’l-ahmaku’s-sükût:
ah-
mak olanın sözüne verilecek
en iyi cevap sükûttur, sus-
maktır.
cevv-i hava:
hava boşluğu.
gafil:
gaflette bulunan, endi-
şesiz, nefsine uyarak Allah’ın
emirlerini unutan.
hakaik-ı şeriat:
şeriata ait olan
gerçekler.
harb:
savaş.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân hiz-
meti.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma,
geleceği düşünerek tedbirli ha-
reket etme.
iman:
inanç, itikat.
izale:
giderme, ortadan kal-
dırma.
Kâdir-i Külli Şey:
her şeye
gücü yeten sonsuz kudret sa-
hibi, Allah.
kaide:
kural, esas, düstur.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
leh:
onun tarafına, ondan yana,
birinin faydası için yapılan ha-
reket.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
menfaat:
fayda.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme,
yönelme.
mucib-i hayret:
hayret gerek-
tiren, hayreti icap eden.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.