[Şefkat-iimaniyedengelenbumasumâneveha-
lisânevehayretkârâneümitvearzuvetemenni-
yibirsuçtevehhümedenler,elbettekendileri
suçludurlar.]
said imzalı bir mektupta, “ ‘Yedi yaşından on yaşına
kadar masum çocuklar, faytonla gezdiğim vakit, beni gö-
rünce koşuşup ellerime sarılmalarının hikmeti nedir?’ di-
ye hayret ediyordum. Birden ihtar edildi ki, küçük ma-
sumlar taifesi bir hiss-i kablelvuku ile, risale-i nur’la sa-
adet bulacaklarını ve tehlike-i maneviyelerden kurtulacak-
larını hissettiklerini anladım” denmektedir.
xx
[Bufıkra,baştalehimdeveahirdebirarzuvebir
temenniiken,suçsaymakinsaftanhariçtir.]
Bir kısım ayetler ve hadislerin müttefikan bu asırda bir
hakikat-i nuraniyeye işaret ettikleri ve ahirzamanda gele-
cek bir müceddid-i ekberi gösterdikleri ve o gelecek zatın
ve cemiyetinin üç vazifesinden en ehemmiyetlisi imanı
kurtarmak olduğu ve şeriatı ihya ve hilâfeti tatbik gibi çok
geniş dairede hükmeden bu iki vazifesini nazara almama-
larının zararsız olduğu, fakat nurun muarızlarının, husu-
san siyasî taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabile-
ceği, onun için kendisinin müdakkik kardeşimizin risale-
ciğinin bir kısmını ve bazı cümlelerini kaldırıp tadil ede-
rek göndereceği yazılıyor.
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
ahir:
son.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cemiyet:
topluluk, birlik.
ehemmiyetli:
önemli.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hakikat-i nuraniye:
nurlu, parlak
hakikat.
halisâne:
temiz kalplilikle, samimî
bir şekilde, sırf Allah rızasını göze-
terek.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
hayretkârâne:
hayret ederek.
hikmet:
gaye, maksat.
hilâfet:
halifelik, Hz. Peygambere
vekil olarak Müslümanları ve İslâmı
koruma görevi, İslâm devlet reis-
liği.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi vuku-
undan önce hissetme, bir hâdisenin
gerçekleşmesinden önce kalbe
doğması.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hücum:
saldırma.
hükmetme:
hâkim olma, emri al-
tında tutmak.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ihya:
canlandırma, diriltme, hayat
verme.
iman:
inanç, itikat.
leh:
onun tarafına, ondan yana,
birinin faydası için yapılan ha-
reket.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
masumâne:
masumca, suçsuz
ve günahsız bir şekilde.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
müceddid-i ekber:
tecdit
edenlerin en büyüğü, en büyük
müceddit.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
den inceye araştıran.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
nazar:
dikkat.
saadet:
mutluluk.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete
ait.
şefkat-i imaniye:
imandan ge-
len şefkat.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
tadil:
doğrultma, düzeltme, as-
lına uygun şekilde değiştirme.
taife:
takım, güruh.
tatbik:
yerine getirme, uygu-
lama.
tehlike-i maneviye:
mânevî
tehlikeler, imanî noktalarda
oluşacak kayıplar.
temenni:
olmasını veya olma-
masını isteme; dilek, istek,
arzu.
tenkit:
eleştirme.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
vazife:
görev.
vesile:
aracı, vasıta.
zat:
kişi, şahıs.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 698 | Şualar