Şualar - page 709

varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir diye bağı-
rıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin! Acaba bu
zamanın bazı ilcaatının iktizasıyla muvakkaten kabul edi-
len bir kısım ecnebi kanunlarını fikren ve ilmen kabul et-
meyen ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çeki-
len bir adamı, o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakla, İslâ-
miyet’i inkâr ve dindar ve kahraman bir milyar ecdadımı-
za ihanet ve milyonlarla tefsirleri itham çıkmaz mı?
Üçüncüsü
: Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebep,
emniyeti ihlâl ve asayişi bozmaktır. pek uzak bir ihtimal
ve yüzde, belki binde bir imkânla, hatta uzak imkânatı vu-
kuat yerinde koyup bazı mahrem risale ve hususî mek-
tuplardan risale-i nur’un yüz bin kelime ve cümlelerin-
den kırk elli kelimesine yanlış mana vererek bir senet gös-
terip bizi ittiham ve cezalandırmak istiyorlar.
Ben de bu otuz kırk senelik hayatımı bilenleri ve nu-
run binler has şakirtlerini işhat ederek derim:
İstanbul’u işgal eden İngilizlerin başkumandanı, İslâm
içinde ihtilâf atıp, hatta şeyhülislâm ve bir kısım hocaları
kandırıp birbiri aleyhine sevk ederek, İtilâfçı, İttihatçı fır-
kalarını birbiriyle uğraştırmasıyla Yunanın galebesine ve
harekât-ı milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırladığı bir sı-
rada, İngiliz ve Yunan aleyhinde,
Hutuvat-ı Sitte
eserimi
eşref edib’in gayretiyle tab ve neşretmekle o kumanda-
nın dehşetli plânını kıran ve onun idam tehdidine karşı
geri çekilmeyen; ve Ankara reisleri o hizmeti için onu ça-
ğırdıkları hâlde, Ankara’ya kaçmayan;
Şualar | 709 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
itham:
suç isnat etme, suçlama.
itilâf:
antlaşma.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma.
ittihat:
birlik, birliktelik, beraber-
lik.
kanun:
yasa.
kumandan:
komutan, komuta
eden.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mahkûmiyet:
hüküm giyme, hü-
kümlülük.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
muvakkaten:
geçici olarak.
nakz:
bozma, çözme, kırma, yık-
ma.
neşir:
kitap yazma, basma, çıkar-
ma; herkese duyurma, yayma.
red:
reddetme, kabul etmeme.
reis:
başkan.
senet:
dayanılacak ve güvenilecek
şey, kuvvetli delil olabilecek söz.
sevk:
yöneltme, gönderme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeyhülislâm:
Osmanlılar zamanın-
da din işlerine bakan ve sadra-
zamdan sonra en yüksek vazifeli
şahıs.
tab:
kitap basma.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
vukuat:
vuku bulan şeyler, hâdi-
seler, olaylar.
zemin:
temel, dayanak.
aleyh:
ona karşı, onun üzeri-
ne.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hâkimiyetin sağlanması.
asır:
yüzyıl.
âyât:
Kur’ân ayetleri.
başkumandan:
savaşta bir
devletin bütün kara, deniz ve
hava kuvvetlerini yöneten bü-
yük komutan, başkomutan,
serdar..
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinin emirlerini yerine
getiren.
ecdat:
dedeler, büyük babalar,
atalar.
ecnebi:
yabancı.
fırka:
topluluk.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
harekât-ı milliye:
millî harekât,
millî davranışlar, milletçe ya-
pılan hareketler.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hususî:
özel.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda farklı
görüş ve düşünüş, fikir ayrılı-
ğı.
ihtimal:
olabilirlik.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu kıl-
ma.
ilcaat:
zorlamalar, mecbur et-
meler.
ilmen:
ilim ile, ilmî bir şekilde.
imkânat:
imkânları olabilirlikler,
olması ve olmaması ihtimal
dâhilinde olanlar.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
işhat:
şahit gösterme, tanık
getirme.
1...,699,700,701,702,703,704,705,706,707,708 710,711,712,713,714,715,716,717,718,719,...1581
Powered by FlippingBook