hürmetsizlik olduğundan, bilmecburiye, gayet ehemmi-
yetli bir hakikati faş etmeye mecburum. diyorum ki; Ya
benim idamımı ve yüz bir sene cezayı istilzam edecek ku-
surumu kanun dairesinde gösteriniz. Veyahut bütün bü-
tün divane olduğumu ispat ediniz. Veyahut benim ve ri-
salelerimin ve dostlarımın tam serbestiyetimizi verip za-
rar ve ziyanımızı müsebbiplerinden alınız.
evet, her bir hükûmetin bir kanunu, bir usulü var; o ka-
nuna göre ceza verilir. Hükûmet-i cumhuriyenin kanun-
larında, beni ve dostlarımı en ağır bir cezaya müstahak
edecek esbap bulunmazsa elbette takdir ve mükâfat ve
tarziye ile beraber tam hürriyetimizi vermek lâzım gelir.
Çünkü, meydandaki gayet ehemmiyetli hizmet-i kur’âni-
yem eğer hükûmetin aleyhinde olsa, böyle bir senelik ba-
na ceza ve birkaç dostuma altışar ay mahkûmiyetle ola-
maz. Belki yüz bir sene ve idam gibi bana ceza ve en ağır
cezaları da benimle ciddî hizmetime irtibat edenlere ver-
mek lâzım gelir. eğer hizmetimiz hükûmetin aleyhinde ol-
mazsa, o vakit değil ceza, hapis, ittiham, belki takdir ve
mükâfatla karşılanmak lâzım gelir. Çünkü, bir hizmet ki,
yüz yirmi risale o hizmetin tercümanları olmuş ve o hiz-
metle koca Avrupa filozoflarına meydan okuyup esasları
zirüzeber edilmiş.
elbette o tesirli hizmet, ya dâhilde gayet müthiş bir ne-
tice verir, veyahut gayet nafi ve yüksek ve ilmî bir seme-
re verecek. onun için göz boyamak nev’inde ve efkâr-ı
ammeyi aldatmak tarzında ve hakkımızda zalimlerin
entrikalarını, yalanlarını setretmek suretinde, çocuk
Şualar | 719 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
çıkmasına yol açan.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nafi:
faydalı, kârlı.
nevi:
tür, çeşit.
semere:
meyve, güzel netice.
serbestiyet:
serbestlik, rahat ve
serbest olma hâli.
setretmek:
örtmek, kapatmak,
gizlemek.
suret:
biçim, şekil, tarz.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tarziye:
hatalı bir hareketten dolayı
affını isteme, özür dileme.
usul:
kanun koyma, kanunun yü-
rürlüğe konması sırasında uyulacak
hükümler, yol, tarz.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
zirüzeber:
altüst, karmakarışık,
darmadağın.
ziyan:
zarar, kayıp.
aleyh:
ona karşı, onun üzeri-
ne.
bilmecburiye:
mecburiyetle,
zorunlu olarak.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
dâhil:
iç, içerisi.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan.
efkâr-ı amme:
genelin, umu-
mun, düşünceleri, umuma ait
düşünce, kamuoyu.
ehemmiyetli:
önemli.
entrika:
bir çıkar sağlamak
veya birine zarar vermek mak-
sadıyla hazırlanan düzen, hile.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
faş:
meydana çıkma, açığa
vurma, dile verme.
filozof:
felsefe ile uğraşan, fi-
lozof.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân hiz-
meti.
hükûmet-i cumhuriye:
cum-
huriyet hükümeti. cumhuriyet
idaresi.
hürmet:
saygı.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
irtibat:
ilgi, ilgili olma, bir şeye
bağlı olma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istilzam:
gerektirme.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma.
kanun:
yasa.
kusur:
eksiklik, özür, suç, ka-
bahat.
mahkûmiyet:
hüküm giyme,
hükümlülük.
mükâfat:
iyi bir iş veya hiz-
metten dolayı verilen şey, ödül.
müsebbip:
sebep olan, ortaya