El cevap
: dokuz on sene
(HÂşİYe)
evveldeki eski said,
bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve
ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu. Ve gördü
ki, o yol meşkûk ve müşkülâtlı ve bana nispeten fuzuliyâ-
ne, hem en lüzumlu hizmete mâni ve hatarlı bir yoldur.
Çoğu yalancılık; ve bilmeyerek ecnebi parmağına alet ol-
mak ihtimali var.
Hem siyasete giren, ya muvafık olur veya muhalif olur.
eğer muvafık olsa, madem memur ve mebus değilim; o
hâlde siyasetçilik bana fuzulî ve malâyani bir şeydir. Ba-
na ihtiyaç yok ki, beyhude karışayım.
eğer muhalif siyasete girsem, ya fikirle veya kuvvetle
karışacağım. eğer fikirle olsa, bana ihtiyaç yok. Çünkü
mesail tavazzuh etmiş; herkes benim gibi bilir. Beyhude
çene çalmak manasızdır. eğer kuvvetle ve hâdise çıkar-
makla muhalefet etsem, husulü meşkûk bir maksat için
binler günaha girmek ihtimali var; birinin yüzünden çok-
lar belâya düşer. Hem on ihtimalden bir iki ihtimale bi-
naen günahlara girmek, masumları günaha atmak vicda-
nım kabul etmiyor diye, eski said, sigara ile beraber ga-
zeteleri ve siyaseti ve sohbet-i dünyeviye-i siyasiyeyi terk
etti. Buna kat’î şahit, o vakitten beri, sekiz senedir bir tek
gazete ne okudum ve ne dinledim. okuduğumu ve dinle-
diğimi, biri çıksın, söylesin. Hâlbuki, sekiz sene evvel,
günde belki sekiz gazete eski said okuyordu. Hem beş
senedir bütün dikkatle benim hâlime nezaret ediliyor.
siyasetvari bir tereşşuh gören söylesin. Hâlbuki, benim
HaşİYe:
Şimdi otuz seneden geçti.
belâ:
musibet, sıkıntı.
beyhude:
boşu boşuna.
binaen:
-den dolayı, -e dayana-
rak.
düstur:
kaide, kural, prensip.
ecnebi:
yabancı.
evvel:
önce.
fuzulî:
boşuna, lüzumsuz.
fuzuliyâne:
boşuna, lüzumsuz.
günah:
dinen yasaklanan ve suç
sayılan fiiller; uygunsuz fiil, dinî
suç.
hâdise:
olay.
hâlbuki:
oysa ki.
hatarlı:
tehlike.
hile:
aldatma, kandırmaya yö-
nelik tertip, düzen, desise
husul:
olma, meydana gelme,
oluşma.
ihtimal:
olabilirlik.
ilim:
bilgi, fen.
kat’î:
kesin.
lüzum:
gerekli.
maksat:
amaç, gaye.
malâyani:
manasız, faydasız,
anlamsız.
mana:
anlam.
mâni:
engel.
masum:
günahı olmayan, suç-
suz.
mebus:
seçilen, milletvekili,
temsilci.
mesail:
meseleler.
meşkûk:
şüpheli.
muhalefet:
aykırı davranma.
muhalif:
uymayan, karşı.
muvafık:
uygun, taraftar.
müşkülâtlı:
zor, güç.
nezaret etme:
gözetim altında
tutma.
nispeten:
göre, oranla.
siyaset:
devlet idaresi, devletin
işlerini düzenleme ve yürütme
sanatıyla ilgili görüş ve anlayış;
politika.
siyasetvari:
siyasî bir ifade ve
tavırla, siyasetle ilgili.
sohbet-i dünyeviye-i siyasiye:
dünya siyasetiyle ilgili sohbet.
şahit:
şahitlik eden, tanık.
tavazzuh:
açıklığa kavuşma.
tereşşuh:
sızma, sızıntı.
vakit:
zaman
vasıta:
aracılık.
vicdan:
iyiyi kötüden ayırt et-
meye yardımcı olan ahlâkî
duygu.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 728 | Şualar