hanenin ve sadık bir arkadaşım olan o hane sahibi Ab-
dullah Çavuşun ihbarı ve şahadetiyle, üç ekmek, bir kıy-
ye (kilo demek) pirinç bana kâfi gelmiştir. Hatta o pirinç,
on beş gün ramazandan sonra bitmiştir.
Üçüncüsü
: dağda, üç ay, bana ve misafirlerime bir kıy-
ye tereyağı, her gün ekmekle beraber yemek şartıyla, kâ-
fi geldi. Hatta süleyman isminde mübarek bir misafirim
vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu.
Çarşamba günü idi. dedim ona:
“git, ekmek getir.” İki saat, her tarafımızda kimse yok
ki, oradan ekmek alınsın.
“Cuma gecesi senin yanında bu dağda beraber dua et-
mek arzu ediyorum” dedi.
Ben de dedim:
(1)
“
$G n
¤n
Y É n
æ` r
?`s
c
n
ƒn
J
; kal.”
sonra hiç münasebeti olmadığı hâlde ve bir bahane
yokken, ikimiz yürüye yürüye bir dağın tepesine çıktık.
İbrikte bir parça su vardı. Bir parça şeker ile çayımız var-
dı. dedim:
“kardeşim, bir parça çay yap.”
o ona başladı; ben de derin bir dereye bakar bir kat-
ran ağacı altında oturdum. Müteessifâne şöyle düşündüm
ki: “küflenmiş bir parça ekmeğimiz var; bu akşam ancak
ikimize yeter. İki gün nasıl yapacağız ve bu safî kalb ada-
ma ne diyeceğim?” diye düşünmede iken, birden bire ba-
şım çevrilir gibi başımı çevirdim. gördüm ki, koca bir ek-
mek, katran ağacının üstünde, dalları içinde bize bakıyor.
Şualar | 737 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
ten olan, doğru.
safî:
saf, temiz.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tevekkül:
Allah’a dayanma ve gü-
venme gücünün yetmediği yerde
Allah’tan bekleme.
arzu:
istek, heves.
bahane:
sebep.
hane:
ev.
ibrik:
su testisi, kabı.
ihbar:
haber verme, bildirme.
kâfi:
yeterli, yeter.
kıyye:
okka, 1283 grama kar-
şılık gelen ağırlık ölçüsü.
mübarek:
feyizli, bereketli, ha-
yırlı.
münasebet:
yer, alâka.
müteessifâne:
eseflenerek,
üzülerek.
ramazan:
oruç ayı.
sadık:
dostluğu ve bağlılığı iç-
1.
Allah’a tevekkül ettik.