Şualar - page 713

başına koy.” Ve üç mahkemede şapkayı başıma koyma-
dığım ve başımı mahkemede açmadığım hâlde bana iliş-
medikleri ve yirmi üç sene bazı dinsiz zalimlerin o baha-
neyle bana gayriresmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza
çektirdikleri ve çocuklar ve kadınlar ve ekseri köylüler ve
dairelerde memurlar ve bere giyenler şapka giymeye
mecbur olmadıkları ve hiçbir maddî maslahat, giymesin-
de bulunmadığı hâlde, benim gibi bir münzevi, bütün
müçtehitlerin ve umum şeyhülislâmların yasak ettikleri bir
serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalar ilâvesiy-
le yirmi sene cezasını çektiğim ve libasa ait manasız bir
âdetle tekrar beni cezalandırmaya çalışan ve çarşıda,
ramazanda, gündüzde rakı içip namaz kılmayanları hür-
riyet-i şahsiye var diye kendine kıyas edip ilişmediği hâl-
de, bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni kıyafetim
için suçlandırmaya çalışan, elbette ölümün idam-ı ebedî-
sini ve kabrin daimî haps-i münferidini gördükten sonra,
mahkeme-i kübrada ondan bu hatası sorulacak.
Beşincisi
: otuz üç âyât-ı kur’âniyenin tahsinkârâne
işaretine mazhariyeti; ve İmam-ı Ali (kerremallahü vec-
hehu) ve gavs-ı Azam (kuddise sirruhu) gibi evliyanın
takdirlerini ve yüz bin ehl-i imanın tasdiklerini ve yirmi
senede millete, vatana zararsız pek çok menfaatli bir
mertebeyi kazandıran risale-i nur’u, sinek kanadı gibi
bahanelerle, bazı risalelerinin müsaderesine, hatta dört
yüz sayfa ve yüz bin adamın imanlarını kurtaran ve kuv-
vetlendiren
Zülfikar: Mu’cizat-ı Ahmediye
mecmuasını,
Şualar | 713 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
tün insanların diriltilerek Allah hu-
zurunda hesaba çekileceği mah-
keme.
maslahat:
fayda, maksat.
mazhariyet:
görünme ve tezahür
yeri olma; nail olma, şereflenme.
mecmua:
toplanıp, biriktirilmiş,
düzenlenmiş yazıların hepsi.
menfaat:
fayda.
mertebe:
derece, basamak.
müçtehit:
ayet ve hadislerden
şer’î hükümler çıkarabilen, gerekli
bütün ehillik şartlarına sahip olan,
geniş ve derin bilgili din âlimi.
münzevi:
inzivaya çekilen, köşeye
çekilmiş, yalnız.
müsadere:
toplatma, elden alma.
nevi:
çeşit, tür.
serpuş:
başa giyilen şey, başlık,
şapka.
şeyhülislâm:
Osmanlılar zamanın-
da din işlerine bakan ve sadra-
zamdan sonra en yüksek vazifeli
şahıs.
tahsinkârâne:
beğenircesine, al-
kışlarcasına.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
umum:
bütün.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
âdet:
görenek, usul, alışkan-
lık.
âyât-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
daimî:
sürekli, devamlı.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ekserî:
çoğu kısmı.
evliya:
velîler, Allah dostları.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs,
Abdülkadir-i Geylânî Hazretle-
rinin namı.
gayriresmî:
resmî olmayan.
haps-i münferit:
tek başına
olan hapis, ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
hürriyet-i şahsiye:
şahsî hür-
riyet, kişiye ait olan hürriyet.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
iman:
inanç, itikat.
kerremallahü vechehu:
Allah
veçhini mükerrem kılsın, an-
lamında dua olup Hz. Ali ço-
cukluktan beri, Allah’a secde
ettiğinden; hiç putlara secde
ve ibadet etmediği için onun
ismi anıldığında söylenir.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi
başka bir şeye benzeterek hü-
küm verme.
kuddise sirruhu:
sırrı mukad-
des olsun, sırrı mübarek olsun,
sırrı aziz olsun, (büyük velîler
için kullanılır).
libas:
elbise.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bü-
1...,703,704,705,706,707,708,709,710,711,712 714,715,716,717,718,719,720,721,722,723,...1581
Powered by FlippingBook