İşte şu adamlar gibi eczası ve memurları bulunan bir
hükûmeti hükûmet diyerek merci tanıyıp müracaat et-
mek kâr-ı akıl değil, beyhude bir zillettir. eski said olsay-
dı Antere gibi diyecekti:
(1)
/
‹p
õr
æn
e o
ôr
în
a pq
õp
©r
dÉp
H o
º s
æ`n
¡n
Ln
h @ n
º s
æ`n
¡n
én
c m
ás
dp
òp
H p
IÉn
«n
?r
G o
AÉn
e
eski said yok; Yeni said ise, ehl-i dünya ile konuşma-
yı manasız görüyor. “dünyaları başlarını yesin! ne ya-
parlarsa yapsınlar; mahkeme-i kübrada onlarla muhake-
me olacağız” der, sükût eder.
•
Adem-i müracaatımın sebeplerinden, sekizincisi
:
“gayrimeşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz bir
adavet olduğu” kaidesince, âdil olan kader-i İlâhî, lâyık
olmadıkları hâlde meylettiğim şu ehl-i dünyanın zalim
eliyle beni tazip ediyor. Ben de bu azaba müstahakım
deyip sükût ediyordum. Çünkü, Harb-i Umumîde gönül-
lü alay kumandanı olarak iki sene çalıştım, çarpıştım.
ordu kumandanı ve enver paşa takdiratı altında, kıy-
mettar talebelerimi, dostlarımı feda ettim. Yaralanıp esir
düştüm. esaretten geldikten sonra,
Hutuvat-ı Sitte
gibi
eserlerimle kendimi tehlikeye atıp, İngilizlerin İstanbul’a
tasallutu altında, İngilizlerin başlarına vurdum. Şu beni iş-
kenceli ve sebepsiz esaret altına alanlara yardım ettim.
İşte onlar da bana, o yardım cezasını böyle veriyorlar.
üç sene rusya’da esaretimde çektiğim zahmet ve sı-
kıntıyı, burada bu dostlarım bana üç ayda çektirdiler.
Hâlbuki, ruslar beni kürd gönüllü kumandanı suretinde,
Şualar | 751 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
risalenin ismi.
hükûmet:
devlet.
iftihar:
övünme.
işkence:
eziyet, zulüm.
izzet:
itibar, şeref.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Cenab-ı
Hakkın takdir ve tayin etmesi.
kaide:
prensip, kural, düstur.
kâr-ı akıl:
akıllıca iş.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
kumandan:
komutan.
mahkeme-i kübra:
en büyük mah-
keme, ahirette Allah’ın mahke-
mesi.
mana:
anlam.
menzil:
yer.
merci:
başvurulacak, sığınılacak
yer.
merhamet:
acıma, şefkat göster-
me.
meyil:
yönelme, eğilim.
muhabbet:
sevgi.
muhakeme:
bir dava ile ilgili ta-
rafların hâkim huzuruna çıkmaları,
duruşma.
müracaat:
başvurma, başvuru.
müstahak:
hak etmiş.
netice:
sonuç.
suret:
biçim, tarz.
sükût:
susma, sessiz kalma.
takdirat:
takdirler, övgüler, be-
ğendiğini belirtmeler.
talebe:
öğrenci.
tasallut:
musallat olma, sataşma,
son derece rahatsız etme.
tazip:
azap çektirme, sıkıntı ver-
me.
zahmet:
sıkıntı.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden.
zillet:
hor ve hakir görülme, al-
çaklık, aşağılık.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
adavet:
düşmanlık.
adem-i müracaat:
başvurma-
ma.
âdil:
adaletli.
azap:
ceza, işkence, sıkıntı.
beyhude:
boşuna, boşu bo-
şuna.
ceza:
karşılık.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehl-i dünya:
sadece dünya
hayatı için yaşayan, ahireti dü-
şünmeyen.
esaret:
esirlik, tutsaklık.
eser:
basılmış kitap.
esir:
tutsak.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
gayrimeşru:
helâl olmayan,
dine aykırı.
hâlbuki:
oysa ki.
Harb-i umumî:
1914-1918 yıl-
ları arasında cereyan eden “Bi-
rinci Dünya Savaşı.”
Hutuvat-ı Sitte:
Altı Adım; İs-
tanbul’u işgal eden İngilizlerin
Müslüman halkı Osmanlı ida-
resinden soğutmak, kendisine
bağlamak ve ümitsizlik aşıla-
mak için yaydıkları hile ve
şüpheleri gidermek için Bedi-
üzzaman Hazretlerinin yazdığı
1.
Âb-ı hayat, zilletle içilince Cehennem gibidir; İzzetle Cehennem, benim iftihar ettiğim bir
yerdir.