Şualar - page 750

eğer ehl-i dünyaya müracaat etsem, kader der: “ey riya-
kâr, bu müracaatın cezasını çek.” eğer müracaat etmez-
sem, ehl-i dünya der: “Bizi tanımıyorsun, sıkıntıda kal.”
Yedinci sebep
: Malûmdur ki, bir memurun vazifesi,
heyet-i içtimaiyeye muzır eşhasa meydan vermemek ve
nafîlere yardım etmektir. Hâlbuki, beni nezaret altına
alan memur, kabir kapısına gelen, misafir bir ihtiyar ada-
ma
(1)
*G s
’ p
G n
¬ '
d p
G n
’taki imanın lâtif bir zevkini izah ettiğim
vakit, bir cürm-i meşhut hâlinde beni yakalamak gibi,
çok zaman yanıma gelmediği hâlde, o vakit güya bir ka-
bahat işliyorum gibi yanıma geldi. İhlâs ile dinleyen o bî-
çareyi de mahrum bıraktı; beni de hiddete getirdi. Hâl-
buki, burada bazı adamlar vardı; o onlara ehemmiyet
vermiyordu. sonra, edepsizliklerde ve köydeki hayat-ı iç-
timaiyeye zehir verecek surette bulundukları vakit, onla-
ra iltifat etmeye ve takdir etmeye başladı.
Hem malûmdur ki, zindanda yüz cinayeti bulunan bir
adam, nezarete memur zabit olsun, nefer olsun, her za-
man onlarla görüşebilir. Hâlbuki bir senedir, hem âmir,
hem nezarete memur hükûmet-i milliyece iki mühim zat,
kaç defa odamın yanından geçtikleri hâlde, kat’a ve as-
la, ne benimle görüştüler ve ne de hâlimi sordular. Ben
evvel zannettim ki, adavetlerinden yanaşmıyorlar. sonra
tahakkuk etti ki, evhamlarından, güya ben onları yutaca-
ğım gibi kaçıyorlar!
adavet:
düşmanlık.
amir:
emreden.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cürm-i meşhut:
suçüstü yakala-
mak.
edepsizlik:
terbiyesizlik, kötü ah-
lâklılık.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i dünya:
sadece dünya hayatı
için yaşayan, ahireti düşünmeyen.
eşhas:
şahıslar, kişiler.
evham:
vehimler, kuruntular, ol-
mayan bir şeyi olur zannederek
meraklanmalar.
evvel:
önce.
güya:
sanki; sözde.
hâl:
durum.
hâlbuki:
oysa ki.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
heyet-i içtimaiye:
sosyal toplu-
luklar, toplumsal yapı.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hükûmet-i milliye:
millî hükû-
met.
ihlâs:
samimiyet, bir işi bir ameli
başka bir karşılık beklemeksizin
sırf Allah rızası için yapma.
ilâh:
ma’bud, tanrı, ibadet edi-
len.
iltifat:
güzel sözler söyleme,
nazik davranma.
iman:
inanmak, itikat, inanç.
izah:
açıklamak.
kabahat:
kusur, suç.
kabir:
mezar.
kader:
İlâhî hüküm, Cenab-ı
Hakkın takdir ve tayin etme-
si.
kat’a:
hiçbir vakit, asla, kesin-
likle.
lâtif:
hoş, güzel, ince.
mahrum:
nasipsiz, yoksun.
malûm:
bilinen.
muzır:
zararlı.
mühim:
önemli.
müracaat:
başvurma, başvu-
ru.
nafî:
sürgün, sürülen.
nefer:
asker, er.
nezaret:
gözetme, kontrol, gö-
zetim altında bulundurma.
riyakâr:
gösteriş için davra-
nan.
suret:
şekil, biçim, tarz.
tahakkuk:
bir şeyin doğrulu-
ğunun meydana çıkması.
takdir:
beğendiğini belirtme.
vakit:
zaman
vazife:
görev, iş.
zabit:
subay.
zannetmek:
sanmak.
zat:
kişi.
zindan:
hapishane.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 750 | Şualar
1...,740,741,742,743,744,745,746,747,748,749 751,752,753,754,755,756,757,758,759,760,...1581
Powered by FlippingBook