derslerimden ehl-i imana istifade ettirmek için benim şek-
limde bazı evliyalar benim yerimde işler görmüşler.” Ay-
nen bunun gibi, denizli’de camilerde beni gördükleri, hat-
ta resmen ihbar edilmiş ve müdür ve gardiyana aksetmiş.
Bazıları telâş ederek, “kim ona hapishane kapısını açı-
yor?” demişler. Hem, burada dahi aynen öyle oluyor.
Hâlbuki, benim çok kusurlu, ehemmiyetsiz şahsiyetime
pek cüz’î bir harika isnadına bedel, risale-i nur’un hari-
kalarını ispat edip gösteren
Sikke-i Gaybî
mecmuası yüz
derece, belki bin derece ziyade nurlara itimat kazandırır
ve makbuliyetine imza basar. Hususan nurun kahraman
talebeleri, hakikaten, harika hâlleri ve kalemleriyle imza
basıyorlar.
Said Nursî
{{{
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Beni merak etmeyiniz, ben sizinle beraber bir binada
bulunduğumdan bahtiyarım, memnun ve mesrurum.
Şimdi vazifemiz: Bir müdafaa nüshası Isparta’ya git-
sin. Mümkün ise, hem yeni hurufla, hem makine ile es-
ki huruf yirmi nüsha çıksın. Hatta oranın müddeiumu-
muna gösterilsin. Hem, bir nüsha, avukatımıza bizzat ve-
rilsin ve ayrı bir nüsha da müdüre verip, tâ onu da dava
vekilimize o versin. Hem, Ankara makamatına yeni
akis:
yansıma.
aziz:
muhterem, saygın.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut ,
mutlu.
bedel:
karşılık.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cüz’î:
küçük, az.
dava:
mahkeme toplantısı, du-
ruşma, celse.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
evliya:
velîler, Allah dostları.
gardiyan:
nöbetçi, hapishane
bekçisi.
hakikaten:
hakikat olarak,
doğrusu, gerçekten.
harika:
olağanüstü.
huruf:
harfler.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihbar:
ele vermek, yakalatmak,
suç üstü yaptırmak maksadıyla
gizlice bildirme.
isnat:
bir şeyi bir kimseye ait
gösterme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
itimat:
emniyet, güven.
makamat:
makamlar.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
mecmua:
tertip ve tanzim edil-
miş şeylerin hepsi, koleksiyon.
mesrur:
sevinçli, memnun, şen,
sürurlu.
müdafaa:
savunma.
müddeiumum:
savcı.
nüsha:
birbirinin aynı olan su-
retlerin her biri.
resmen:
resmî olarak, resmî
bir şekilde.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
şahsiyet:
kişilik.
talebe:
öğrenci.
vazife:
görev.
vekil:
başkasının yerine ve
adına hareket eden, konuşan.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 766 | Şualar