kardeşlerim, bu geniş hücum, risale-i nur’un fütuha-
tına karşıdır. Fakat, anladılar ki, nurlara iliştikçe, daha zi-
yade parlar; ders dairesi genişlenip ehemmiyet kesbeder
ve mağlûp olmaz; yalnız
(1)
r
än
Q s
ƒn
æn
J G v
ô°p
S
perdesi altına gi-
rer. onun için, plânı değiştirdiler; zahiren nurlara ilişmi-
yorlar. Biz madem inayet altındayız; elbette kemal-i sabır
içinde şükretmeliyiz.
{{{
(2)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
garip ve lâtif iki hâlimi beyan etmek lâzım geldi.
Bi r inc i s i
: Benim tecrid-i mutlakta sizin gibi canımdan
ziyade sevdiğim kardeşlerimle serbest görüşemediğimde
bir inayet-i İlâhiye ve bir maslahat bulunduğu kalbime ih-
tar edildi. Çünkü, elli lirayı sarf edip görüşmek için emir-
dağ’ına gelerek elli dakika, bazı on dakika, bazı hiç gö-
rüşmeden giden çok ahiret kardeşlerimiz, birer bahane
ile kendilerini bu medrese-i Yusufiyeye atacaklardı. Be-
nim dar vaktim ve inzivadan gelen hâlet-i ruhiyem bırak-
sa, o fedakâr dostlara tam sohbet etmeye hizmet-i nuri-
ye müsaade etmezdi.
İ k i nc i s i
: Bir zaman, meşhur bir allâmeyi, harbin
müteaddit cephesinde cihada gidenler görmüşler, ona
demişler. o da demiş: “Bana sevap kazandırmak ve
Şualar | 765 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yardımı.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek
başına yaşama, dünya işlerinden
vaz geçme, dünyadan el etek çek-
me.
kemal-i sabır:
sabrın mükemmel
oluşu, tam ve mükemmel bir sa-
bır.
kesb:
kazanma.
lâtif:
güzel, hoş.
madem:
… -den dolayı, böyle ise.
mağlûp:
yenilmiş, kendisine galip
gelinmiş, yenilen kimse.
maslahat:
uygun iş, yerine göre
icap eden davranış.
medrese-i Yusufiye:
Yusuf’un
medresesi, Hz. Yusuf’un (a.s.) iftira,
haksızlık ve zulüm ile hapiste kal-
masından kinaye olarak, iman ve
Kur’ân’a hizmetinden dolayı tevkif
edilenlerin hapsedildiği yer ma-
nasında, hapishane.
meşhur:
tanınmış, şöhretli, ünlü.
müsaade:
izin.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
sarf:
harcama.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah
tarafından verilen mükâfat; sevap.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’ı hamd
etme.
tecrid-i mutlak:
hiç kimseyle gö-
rüşememek, tam bir yalnızlık.
zahiren:
görünüşte.
ziyade:
çok, fazla.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
allâme:
pek çok konuda ihtisas
sahibi büyük bilgin, ilmî sevi-
yesi çok yüksek olan âlim, üs-
tad-ı azam.
aziz:
muhterem, saygın.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cihad:
düşmanla savaşma.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
hâlet-i ruhiye:
insanın ruh
hâli, psikolojik durum, insanın
manevî hâli, iç durumu.
harb:
savaş, cenk, devletler
arasında meydana gelen kanlı
ve silâhlı kavga.
hizmet-i Nuriye:
Nur hizmeti,
Risale-i Nur için çalışma.
hücum:
saldırma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
1.
Gizli olarak nurlanır. (Hz. Ali (ra), Celcelûtiye)
2.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.