Şualar - page 763

Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evve l â
: Benim şahsıma edilen eziyet ve ihanetlerden
müteessir olmayınız. Çünkü, risale-i nur’da bir kusur bu-
lamıyorlar, onun bedeline benim ehemmiyetsiz ve çok ku-
surlu şahsımla uğraşıyorlar. Ben bundan memnunum. ri-
sale-i nur’un selâmetine ve şerefine binler şahsî elemler,
belâlar, tahkirler görsem, yine müftehirâne şükretmek,
nurdan aldığım dersin muktezasıdır; ve onun için bana
bu cihette acımayınız.
San i yen
: pek geniş ve şiddetli ve merhametsiz bu ta-
arruz ve hücum, şimdilik yirmiden bire indi. Binler haslar
yerinde birkaç zat ve yüz binler alâkadarlar bedeline mah-
dut birkaç yeni kardeşleri topladılar. demek inayet-i İlâ-
hiye ile pek hafif bir surete çevrilmiş.
Sa l i sen
: İnayet-i rabbaniye ile iki sene aleyhimizde
plân çeviren sabık vali defoldu ve aleyhimizde pek ziyade
evhamlandırılan dâhiliye Vekilinin, hemşehriliği ve nesil-
ce cetleri ziyade dindarlık cihetiyle bu dehşetli hücumu
pek çok hafifleştirdiğine kuvvetli bir ihtimal var. onun için
me’yus olmayınız ve telâş etmeyiniz.
Rab i an
: pek çok tecrübelerle ve hâdiselerle kat’î
kanaat verecek bir tarzda,
Risale-i Nur’un ağlamasıyla ya
zemin titrer veya hava ağlar
. gözümüzle çok gördüğü-
müz ve kısmen mahkemede dahi ispat ettiğimiz gibi;
tahminimce, bu kış emsalsiz bir tarzda yaz gibi –bida-
yette– gülmesi, risale-i nur’un perde altında teksir ma-
kinesiyle gülmesine ve intişarına tevafuku ve her tarafta
Şualar | 763 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
reddüde mahal bırakmayan.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
mahdut:
sınırlı, belirli.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
me’yus:
ümitsiz, ye’se düşmüş,
ümidi kesilmiş, kederli.
mukteza:
iktiza eden, gereken.
müftehirâne:
iftiharla, iftihar ede-
rek, övünerek, gururlu bir şekilde.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
nesil:
soy, zürriyet.
plân:
bir şeyi gerçekleştirmek için
yapılan düzenleme.
rabian:
dördüncü olarak.
sabık:
geçen, önceki.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
selâmet:
salimlik, eminlik; sıkıntı,
korku ve endişeden uzak olma.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’ı hamd
etme.
taarruz:
saldırma, sataşma, iliş-
me.
tahkir:
hakaret etme, küçük gör-
me, şeref ve haysiyetini incitme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teksir:
çoğaltma.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbirine
denk gelme.
vekil:
nazır, bakan.
zat:
kişi, şahıs.
zemin:
yeryüzü.
ziyade:
çok, fazla.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aleyh:
karşı, karşıt.
aziz:
muhterem, saygın.
bedel:
karşılık.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bidayet:
başlangıç.
ced:
dede, büyük baba, ata,
ananın veya babanın babası.
cihet:
yön.
Dâhiliye:
İç işleri.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
emsalsiz:
benzersiz.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk olarak.
eziyet:
incitme, büyük sıkıntı
verme.
hâdise:
olay.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı
memleketli.
hücum:
saldırma.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihtimal:
olabilirlik.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
inayet-i rabbanîye:
Allah’ın
inayeti; Cenab-ı Hakkın mah-
lûkatın terbiye, tedbir ve ida-
resinde onlara yapmış olduğu
lütuflar, himayeler, yardımlar.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
1...,753,754,755,756,757,758,759,760,761,762 764,765,766,767,768,769,770,771,772,773,...1581
Powered by FlippingBook