Mümkün olduğu kadar çabuk, makine ile çıksın. Bizi bu-
gün tahliye etseler, biz yine onu bu makamata vermeye
mecburuz. sizi aldatıp, tehir edilmesin; artık yeter. Aynı
mesele için on beş senede üç defa bu eşedd-i zulüm ve
bahaneler ve emsalsiz işkencelere karşı son müdafaamız
olsun. Madem kanunen kendimizi müdafaa etmek için sa-
bık mahkemelerde makineyi bize vermişler, burada o
hakkımızı bizden hiçbir kanunla menedemezler. eğer res-
men çare bulamadınız ise, hariçten bizim avukat her şey-
den evvel bunun makine ile beş nüshasını çıkarsın. Hem,
sıhhatine çok dikkat edilsin.
Said Nursî
{{{
Aziz Yeni Kardeşlerim ve Eski Mahpuslar!
Benim kat’î kanaatim gelmiş ki, buraya girmemizin
inayet-i İlâhiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz.
Yani sizi nurlar tesellileriyle ve imanın hakikatleriyle sizi
bu hapis musibetinin sıkıntılarından ve dünyevî çok za-
rarlarından ve boşu boşuna gam ve hüzün ile giden ha-
yatınızı faidesizlikten badiheva zayi olmasından ve dün-
yanızın ağlaması gibi ahiretinizi ağlamaktan kurtarıp tam
bir teselli size vermektir. Madem hakikat budur; elbette
siz dahi denizli mahpusları ve nur talebeleri gibi, birbiri-
nize karşı kardeş olmanız lâzımdır. görüyorsunuz ki, bir
bıçak içinize girmemek ve birbirinize tecavüz etmemek
Şualar | 773 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
musibet:
felâket, belâ.
müdafaa:
savunma.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
resmen:
resmî olarak, resmî bir
şekilde.
sabık:
geçen, önceki.
sıhhat:
sahihlik, sözün yanlış ve
eksik olmaması.
tahliye:
tutukluyu serbest bırak-
ma.
talebe:
öğrenci.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
tehir:
geciktirme, sonraya bırakma,
geriye bırakma, erteleme.
teselli:
avunma.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
aziz:
muhterem, saygın.
bad-ı heva:
heva ve heves
rüzgârı, gelip geçici hevesler.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
cihet:
yön.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehemmiyetli:
önemli.
emsalsiz:
benzersiz.
eşedd-i zulüm:
zulmün en şid-
detlisi.
evvel:
önce.
faide:
fayda.
gam:
keder, üzüntü.
hakikat:
gerçek.
hariç:
dışarı.
hüzün:
keder, tasa, gam, hü-
zün.
iman:
inanma, itikat.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kanun:
yasa.
kanunen:
kanuna göre, ka-
nunca, kanuna uyarak, kanun
yolu ile.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
madem:
… -den dolayı, böyle
ise.
mahpus:
hapsedilmiş olan, tu-
tuklu.
makamat:
makamlar.
mecbur:
zorunlu olma, zorunda
kalma.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
mesele:
önemli konu.