neticeler ihsan edilecek; ve nurun erkânları, her biri bir
elif gibi tek başına bir yerde bir kıymeti varsa, bir elif üç
elif’le omuz omuza gelip hâlen görüşse bin yüz on bir ol-
ması gibi, bu içtimada kıymeti ve inşaallah kudsî hizmeti
ve sevabı bin olur. o elif, elfün olur.
{{{
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bugün benim pencerelerimi mıhlamalarının sebebi,
mahpuslarla mürafaa ve selâmlaşmamaktır; zahirde baş-
ka bahane gösterdiler. Hiç merak etmeyiniz. Bilakis be-
nim ehemiyetsiz şahsım ile meşgul olup nurlara ve tale-
belerine çok sıkıntı vermediklerinden, beni cidden ve kal-
ben onların şahsî ihanetler ve işkencelerle tazip etmele-
ri, nurların ve sizlerin bedeline olduğu ve bir derece nur-
lara ilişmemeleri cihetinde memnunum ve sabır içinde
şükrederim; merak etmiyorum. siz dahi hiç müteessir ol-
mayınız. gizli düşmanlarımız memurların nazar-ı dikkati-
ni şahsıma çevirmesinden, nurların ve talebelerinin selâ-
met ve maslahatları noktasında bir inayet ve bir hayır var
diye kanaatim var. Bazı kardeşlerimiz hiddet edip
dokunaklı konuşmasınlar, hem ihtiyatla hareket etsinler
ve telâş etmesinler, hem herkese bu meseleden bahis
açmasınlar. Çünkü, safdil kardeşlerimiz ve ihtiyata
Şualar | 775 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
kıymet:
değer.
mahpus:
hapsedilmiş olan, tutuk-
lu.
maslahat:
uygun iş, yerine göre
icap eden davranış.
mesele:
önemli konu.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgilenen.
mürafaa:
duruşma, karşılıklı hak
iddia ederek konuşma.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
mıhlamak:
çivilemek.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
sabır:
başa gelen üzücü olaylara,
belâ ve afetlere veya bir haksızlığa
katlanma, tahammül göstererek
Allah’a tevekkül edip sıkıntılara
göğüs germe.
safdil:
saf gönüllü; hile, oyun bil-
meyen, kolay aldatılan.
selâmet:
salimlik, eminlik; sıkıntı,
korku ve endişeden uzak olma.
sevap:
hayırlı bir işe karşı Allah
tarafından verilen mükâfat; sevap.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’ı hamd
etme.
talebe:
öğrenci.
tazip:
azap çektirme, eziyet etme,
sıkıntı verme.
zahir:
görünüşe göre, görünüş iti-
barıyla.
aziz:
muhterem, saygın.
bahane:
asıl sebebi gizlemek
için ileri sürülen uydurma se-
bep.
bahis:
konu.
bedel:
bir şeyin yerini tutan,
karşılık.
bilakis:
aksine, tersine, tam
tersi, tersine olarak.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
cihet:
yön.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
elfün:
bin.
erkân:
rükünler, esaslar, ileri
gelenler.
hâlen:
hareket ve davranış
olarak.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
içtima:
toplama, bir araya gel-
me, bir yere birikme.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ihtiyat:
geleceği düşünerek
tedbirli hareket etme.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
kalben:
kalp ile, kalpten; içten
ve samimî olarak.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kudsî:
mukaddes, yüce.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.