Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Şimdi namazda bir hatıra kalbe geldi ki: kardeşlerin,
ziyade hüsnüzanlarına binaen, senden maddî ve manevî
ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. sen nasıl dünya iş-
lerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bı-
raktın ve isabet ettin; aynen öyle de, uhrevî ve kur’ânî ve
imanî ve ilmî işlerinde dahi risale-i nur’u ve şakirtlerinin
şahs-ı manevîlerini tevkil eyle, o halis muhlis hasların
şahs-ı manevîleri senden çok mükemmel o vazifeni ken-
di vazifeleriyle beraber yaparlar. Hem, daima da şimdiye
kadar yapıyorlar. Meselâ, seninle görüşen, muvakkat bir
dirhem ders ve nasihat alsa, risale-i nur’dan, bir
cüz’ünden yüz dirhem ders alabilir. Hem, senin yerinde
ondan nasihat alır, sohbet eder. Hem, nur Şakirtlerinin
hasları, bu vazifeni her vakit yapıyorlar. Ve inşaallah, pek
yüksek bir makamda bulunan ve duası makbul olan onla-
rın şahs-ı manevîleri, daimî beraberlerinde bir üstat ve
yardımcıdır diye, ruhuma hem teselli, hem müjde, hem
istirahat verdi.
{{{
Aziz,Sıddık Kardeşlerim!
Bu iki gün zarfında iki küçük patlak, zahirî hiçbir
sebep yokken acip, manidar bir tarzda olması tesadüfe
benzemiyor.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
aziz:
muhterem, saygın.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cüz:
parça.
daima:
her vakit, sürekli, her za-
man.
daimî:
sürekli, devamlı.
dirhem:
yaklaşık üç grama denk
gelen eski bir ağırlık ölçüsü, çok
küçük parça (mecaz).
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
erkân:
rükünler, esaslar, ileri ge-
lenler.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
has:
ileri gelen, seçkin olan.
himmet:
manevî yardım, ermiş
bir kimsenin manevî yardımı ile
birisini koruması, yardım etmesi.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya bir
hâdisenin iyiliği hakkındaki vicdanî
ve iyi kanaat.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
Kur’ânî:
Kur’ân’a uygun, Kur’ân’a
ait.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
makam:
yer, mevki.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli,
reddedilmeyen.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
manidar:
nükteli, ince mana-
lı.
Meselâ:
örneğin.
meşveret:
işlerin konuşup an-
laşma yoluyla halledilmesi, bir
konu hakkında çeşitli ve ehil
şahıslardan fikir alma.
muhlis:
ihlâslı, samimî, dost-
luğu halis, her hâli içten ve
gönülden olan.
muvakkat:
geçici.
müjde:
sevindirici haber, muş-
tu.
nasihat:
öğüt; doğruya, iyiye,
güzele sevk etmek için yapılan
konuşma.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir ce-
maatten meydana gelen ma-
nevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tesadüf:
rastlantı, bir şeyin
kendiliğinden meydana gel-
mesi.
teselli:
avunma.
tevkil:
vekil etme, edilme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
üstat:
bir ilim ve sanatta üstün
olan kimse, öğretmen.
vazife:
görev.
zahirî:
görünürde.
zarfında:
süresince.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 778 | Şualar