benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız.
El birliğiyle, komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına
ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim.
Mevkuf
Said Nursî
{{{
(1)
o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu dünyada, hususan bu zamanda, hususan musibete
düşenlere ve bilhassa nur Şakirtlerindeki dehşetli sıkıntı-
lara ve me’yusiyetlere karşı en tesirli çare, birbirine teselli
ve ferah vermek ve kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve
fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve
sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli
kalbini okşamaktır. Mabeynimizdeki hakikî ve uhrevî
uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben
size bütün kuvvetimle itimat edip bel bağlamışım ve sizin
için değil yalnız istirahatimi ve haysiyetimi ve şerefimi, bel-
ki sevinçle ruhumu da feda etmeye karar verdiğimi bilirsi-
niz, belki de görüyorsunuz. Hatta kasemle temin ederim
ki; sekiz gündür, nurun iki rüknü zahirî birbirine nazlan-
mak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hâ-
disenin, bu sırada benim kalbime verdiği azap cihetiyle,
“eyvah, eyvah! el-aman, el-aman! Yâ erhamürrâhimîn,
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
aziz:
muhterem, saygın.
bilhassa:
özellikle.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
elaman:
medet, aman, imdat ma-
nasında yardım ve şikâyet bildiren
edat.
eyvah:
yazık, heyhat!”.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç, se-
vinme.
gam:
keder, üzüntü.
gaye:
maksat, hedef.
hâdise:
olay.
hakikî:
gerçek.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüzün:
keder, tasa, gam.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyileş-
tirme, düzeltme.
iman:
inanç, itikat.
istirahat:
dinlenme, rahatlama.
itimat:
dayanma, güvenme.
kasem:
yemin, ahit.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
komünist:
bütün malların ortak-
laşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin
olmadığı iddiasında bulunan dü-
zen in mensubu olan kimse.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
kuvvet:
güç, kudret.
mabeyn:
ara.
madem:
… -den dolayı, böyle ise.
merhem:
acıyı, kederi teskin eden
şey.
mevkuf:
tevkif edilmiş, hap-
sedilmiş, tutuklu.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz.
musibet:
felâket, belâ.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
rükün:
bir topluluğun en
önemli ve kuvvetli fertlerin-
den her biri.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
tarafgir:
bir tarafı tutan, bir ta-
rafı destekleyen, taraflı.
temin:
güvenlik, emniyet hissi
verme, şüphe ve korkuyu gi-
derme.
teselli:
avutma, acısını din-
dirme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
zahirî:
görünürde.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 786 | Şualar