için, dışarıdan gelen bütün eşyanız ve yemek ve ekmeği-
nizi ve çorbanızı karıştırıyorlar. size sadâkatle hizmet
eden gardiyanlar çok zahmet çekiyorlar. Hem, siz bera-
ber teneffüse çıkmıyorsunuz; güya, canavar vahşî gibi bir-
birinize saldıracaksınız. İşte şimdi, sizin gibi fıtrî kahra-
manlık damarını taşıyan yeni arkadaşlar, bu zamanda ma-
nevî büyük bir kahramanlık ile, heyet-i idareye deyiniz ki:
“değil elimize bıçak, belki mavzer ve revolver verilse,
hem emir de verilse, biz bu bîçare ve bizim gibi musibet-
zede arkadaşlarımıza dokunmayacağız. eskide yüz düş-
manlık ve adavetimiz dahi olsa da, onları helâl edip, ha-
tırlarını kırmamaya çalışacağımıza kur’ân’ın ve imanın ve
uhuvvet-i İslâmiyenin ve maslahatımızın emriyle ve irşa-
dıyla karar verdik” diyerek, bu hapsi bir mübarek dersha-
neye çeviriniz.
{{{
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
ehl-i dünya bir siyasette ve bir sanatta ve bir vazifede,
ya bir hayat-ı içtimaiyeye ait bir hizmette ve hususî bir ne-
vi ticarette bulunan her bir taifenin bir nevi kongrede top-
lanması ve müzakeresi gibi; iman-ı tahkikî hizmet-i
kudsiyesinde bulunan nur talebeleri dahi kader-i İlâ-
hiyenin emriyle ve inayet-i rabbaniyenin tensibi ve sev-
kiyle bu medrese-i Yusufiye kongresine gelmesinde inşa-
allah pek çok kıymettar manevî fayda ve ehemmiyetli
adavet:
düşmanlık, husumet.
aziz:
muhterem, saygın.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
faide:
fayda.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
gardiyan:
nöbetçi, hapishane bek-
çisi.
güya:
sanki.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
heyet-i idare:
idare heyeti, yöne-
tim kurulu.
hizmet-i kudsiye:
mukaddes hiz-
met; kutsal hizmet.
hususî:
özel.
iman:
inanç, itikat.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman, imana
dair bütün meseleleri inceleyip
delil ve bürhan ile inanma.
inayet-i rabbanîye:
Allah’ın ina-
yeti; Cenab-ı Hakkın mahlûkatın
terbiye, tedbir ve idaresinde onlara
yapmış olduğu lütuflar, himayeler,
yardımlar.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
kader-i İlâhiye:
İlâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
kongre:
bir konu üzerindeki araş-
tırma ve incelemelerin ele alınıp
tartışıldığı toplantı, kurultay.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy yo-
luyla Hz. Muhammed’e indirilmiş,
semavî kitapların sonuncusu.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maslahat:
uygun iş, yerine
göre icap eden davranış.
mavzer:
bir cins tüfek.
medrese-i Yusufiye:
Yusuf’un
medresesi, Hz. Yusuf’un (a.s.)
iftira, haksızlık ve zulüm ile
hapiste kalmasından kinaye
olarak, iman ve Kur’ân’a hiz-
metinden dolayı tevkif edilen-
lerin hapsedildiği yer mana-
sında, hapishane.
musibetzede:
musibet gör-
müş, felâkete uğramış, belâya,
kazaya uğrayan.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müzakere:
bir hey’etin karar
vermeden önce görüşmeye
çekilmesi.
nevi:
çeşit, tür.
revolver:
tabanca, küçük silâh,
toplu tabanca, altı mermi alan
tabanca.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sevk:
yöneltme, gönderme.
siyaset:
politika.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
taife:
takım, güruh, familya.
talebe:
öğrenci.
teneffüs:
soluklanma, rahat-
lama, dinlenme.
tensip:
uygun görme, münasip
kılma, uygun bulma.
uhuvvet-i İslâmiye:
İslâm kar-
deşliği.
vahşî:
yabanî, ürkütücü ve
korkunç olan.
vazife:
görev.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 774 | Şualar