Şualar - page 272

Meselâ, hayat verici ismin bir şeyde tasarrufu görün-
düğü anda, yaratıcı ve tasvir edici ve rızık verici gibi çok
isimlerin, aynı anda, her yerde, aynı sistemde tasarrufat-
ları görünüyor. elbette ve elbette bedahetle şahadet eder
ki, o ihatalı isimlerin müsemması ve her yerde aynı tarz-
da görünen şümullü fiillerin faili birdir, tektir, vahittir,
ehaddir. Amenna ve saddakna.
Hem madem masnuatın maddeleri ve mayeleri olan
unsurlar, zemini ihata ederler, Ve mahlûkattan, vahdeti
gösteren çeşit çeşit sikkeleri taşıyan nevilerin her biri bir
iken, rûy-i zeminde intişar edip istilâ ederler. elbette be-
dahetle ispat eder ki, o unsurlar müştemilâtıyla ve o ne-
viler efradıyla bir tek zatın malıdır, mülküdür. Ve öyle bir
Vahid-i kadîr’in masnuları ve hizmetkârlarıdır ki, o koca
istilâcı unsurları, gayet itaatli bir hizmetçi ve o zeminin
her tarafına dağılan nevileri gayet intizamlı bir nefer hük-
münde istihdam eder.
Bu Hakikat dahi risaletü’n-nur’da ispat ve izah edildi-
ğinden, burada bu kısa işaretle iktifa ediyoruz.
Bizim yolcu, bu beş hakikatten aldığı feyz-i imanî ve
zevk-i tevhidî neşesiyle, müşahedatını hülâsa ve hissiyatı-
nı tercüme ederek, kalbine diyor:
Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine,
Hâme-i zerrin-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.
Kalmamış bir nokta-i muzlim çeşm-i dil erbabına,
Sanki âyâtın Hudâ, nur ile tahrir eylemiş.
amenna:
inandık, diyecek yok,
tasdik ederiz.
âyât:
işaretler, deliller; Allah’ın var-
lık ve birliğine işaret eden deliller.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açık-
lık.
çeşm-i dil:
kalp gözü, basiret.
efrat:
fertler.
ehad:
zatı tek olan Allah.
erbap:
ehil, lâyık.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir eden.
feyz-i imanî:
imanın verdiği feyiz
ve bereket.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hâme-i zerrin-i kudret:
kudretin
altın kalemi.
hissiyat:
hisler, duygular.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
Hudâ:
Allah, Rab, Cenab-ı Hak.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası, özeti.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihatalı:
kuşatıcı.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi görme,
var olanla yetinme.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
istilâ:
kaplama, yayılma.
itaat:
boyun eğme, uyma, alınan
emre göre hareket etme.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
madem:
... -den dolayı, böyle ise.
mahlûkat:
Allah tarafından yara-
tılanlar.
masnu:
sanatla yapılmış eşya, var-
lık.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
mâye:
maya, temel, esas, öz.
meselâ:
örneğin.
mülk:
sahip olunan, üzerinde ta-
sarruf hakkı bulunan her şey.
müsemma:
isimlendirilmiş, ad ve-
rilmiş.
müşahedat:
gözlemler.
müştemilât:
şümulünde olan şey-
ler, içinde bulunanlar.
nefer:
asker, er.
nevi:
çeşit, tür.
nokta-i muzlim:
karanlık kalmış
nokta.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rızık:
Allah’ın lütuf ve ihsan ettiği
nimetler.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
saddakna:
inanıyor ve tasdik
ediyoruz.
safha-i rengîn:
süslü sayfalar.
sikke:
alâmet, nişan, turra.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şümul:
içine alma, kaplama,
ihata etme.
tahrir:
yazma, yazı.
tarz:
biçim, şekil.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
tasarrufat:
tasarruflar, idare
etmeler.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya
başka ifade tarzlarıyla anlat-
ma.
unsur:
madde, esas, kök.
vahdet:
birlik ve teklik.
Vahid-i Kadîr:
zatında, sıfat-
larında tek ve yegâne olan,
her şeye gücü yeten sonsuz
kudret sahibi olan Allah.
vahit:
zatında ve sıfatlarında
tek ve yegâne olan.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zemin:
yeryüzü.
zevk-i tevhidî:
yaratıcının bir
olduğunu bilmekten meyda-
na gelen zevk, lezzet.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 272 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar
1...,262,263,264,265,266,267,268,269,270,271 273,274,275,276,277,278,279,280,281,282,...1581
Powered by FlippingBook