kulağına zahmetsiz girdiği gibi, bir milyon kulaklıların ka-
falarına da izn-i rabbanî ile zahmetsiz girer. Binlerle din-
leyen ile bir tek dinleyen müsavidir, fark etmez.
Hem, göz gibi bir tek nur veya Cebrail gibi nuranî bir
tek ruhanî, tecelli-i rahmet içinde olan faaliyet-i rabbani-
yenin kemal-i vüs’atinden, bir tek yere sühuletle baktığı
ve gittiği ve bir tek yerde sühuletle bulunduğu gibi, binler
yerlerde de, kudret-i İlâhiye ile sühuletle bulunur, bakar,
girer; az-çok farkı yoktur.
Aynen öyle de, kudret-i zatiye-i ezeliye en lâtif, en has
bir nur ve bütün nurların nuru olduğundan; ve eşyanın
mahiyetleri ve hakikatleri ve melekûtiyet vecihleri şeffaf
âyine gibi parlak olduğundan; ve zerrattan ve nebatattan
ve zîhayattan tâ yıldızlara ve güneşlere ve aylara kadar
her şey, o kudret-i zatiyenin hükmüne gayet derecede
itaatli, inkıyatlı ve o kudret-i ezelînin emirlerine nihayet
derecede mutî ve musahhar bulunduğundan, elbette had-
siz eşyayı bir tek şey gibi icat eder ve yanlarında bulunur.
Bir iş bir işe mâni olmaz. Büyük ve küçük, çok ve az, cüz’î
ve küllî birdir. Hiçbiri ona ağır gelmez.
Hem nasıl ki, onuncu ve Yirmi dokuzuncu sözlerde
denildiği gibi, intizam ve muvazene ve hükme itaat ve
emirleri imtisal sırlarıyla, yüz hane kadar bir büyük sefi-
neyi, bir çocuğun parmağıyla oyuncağını çevirdiği gibi,
döndürür, gezdirir.
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 265 |
AYETÜ’L-KÜBRA
münevver.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cismi
olmayan, elle tutulamayan var-
lıklar.
sefine:
gemi.
şeffaf:
saydam.
tecelli-i rahmet:
rahmet tecellisi,
şefkat, acıma ve merhamet etme
duygusunun belirtisi.
vecih:
cihet, yön.
zerrat:
zerreler, atomlar.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
faaliyet-i rabbaniye:
her şe-
yi terbiye ve idare eden Al-
lah’ın faaliyeti, icraatı.
hakikat:
gerçek, bir şeyin as-
lı, esası.
hüküm:
emir, buyruk.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
inkıyat:
bağlanma, kendini
teslim etme, kayıt altına gir-
me.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
izn-i rabbanî:
her şeyi terbi-
ye ve idare eden Allah’ın izni.
kemal-i vüs’at:
genişliğin son
derecesi, tam bir genişlik.
Kudret-i Ezelî:
ezelî kudret,
Cenab-ı Hakkın zaman ve me-
kânla kayıtlı olmayan kudreti.
Kudret-i Zatiye-i Ezeliye:
za-
man ve mekânla sınırlı olma-
yan Cenab-ı Hakkın zatından,
bizzat kendisinden olan kud-
reti.
küllî:
umumî, genel.
lâtif:
güzel, hoş.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
neden ibaret olduğu.
melekûtiyet:
her şeyin doğ-
rudan Allah’ın ilim, hikmet ve
kudretine bakan, sebeplerin
müdahale edemediği aslı, esa-
sı, iç yüzü.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
muvazene:
denge.
müsavi:
eşit.
nebatat:
bitkiler.
nihayet:
son derece.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,