zerreler kadar; ve en büyük, en küçük kadar; ve efradı
hadsiz bir nevi, bir tek fert kadar; ve azametli ve muhit
bir küll, has ve az bir cüz kadar; ve koca zeminin ihyası
ve diriltilmesi, bir ağaç kadar; ve dağ gibi bir ağacın inşa-
sı, tırnak gibi bir çekirdek kadar kolay ve rahatça ve sü-
huletli olmak gerektir; tâ ki, gözümüzün önünde yapılan
bu işleri yapabilsin.
İşte, bu mertebe-i tevhidin ve bu üçüncü hakikatin ve
kelime-i tevhidin bu ehemmiyetli sırrını, yani en büyük
bir küll en küçük bir cüz’î gibi olması ve en çok ve en az
farkı bulunmaması; hem, bu hayretli hikmetini ve bu
azametli tılsımını ve tavr-ı aklın haricindeki bu muamma-
sını ve İslâmiyet’in en mühim esasını ve imanın en derin
bir medarını ve tevhidin en büyük bir temelini beyan ve
hall ve keşif ve ispat etmekle, kur’ân’ın tılsımı açılır ve
hilkat-i kâinatın en gizli ve bilinmez ve felsefeyi idrakin-
den âciz bırakan muamması bilinir.
Hâlık-ı rahîm’ime yüz bin defa risaletü’n-nur’un hu-
rufatı adedince şükür ve hamd olsun ki, risaletü’n-nur
bu acip tılsımı ve bu garip muammayı hall ve keşif ve is-
pat etmiş. Ve bilhassa Yirminci Mektubun ahirlerinde
(1)
l
ôj/
ón
b m
Ar
Àn
T pq
?o
c '
¤n
Y n
ƒo
gn
h
bahsinde ve haşre dair Yirmi do-
kuzuncu sözün “fail muktedirdir” bahsinde, Yirmi doku-
zuncu lem’a-i Arabiyenin
(2)
o
ôn
Ñ r
c
n
G *n
G
mertebelerinden
kudret-i İlâhiyenin ispatında, kat’î bürhanlarla, iki kere iki
dört eder derecesinde ispat edilmiş.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âciz:
zayıf, güçsüz.
ahir:
son.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
bahis:
konu.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak için
kullanılan kesin delil.
cüz:
parça.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
dair:
alâkalı, ilgili.
efrat:
fertler.
ehemmiyetli:
önemli.
fail:
özne, fiili yapan veya amil
olan unsur.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından incele-
yen ilim.
garip:
hayret verici.
Hâlık-ı rahîm:
sonsuz merhamet
ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.
hal:
çözme, karışık bir meseleyi
şüphe edilmeyecek derecede açık-
lama.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı, dışta
kalan.
haşir:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çı-
karması.
hilkat-i kâinat:
kâinatın yaratılışı.
hurufat:
harfler.
idrak:
akıl erdirme, anlama, kav-
rama kabiliyeti.
ihya:
diriltme, hayat verme.
iman:
inanma, itikat.
inşa:
vücuda getirme, yaratma.
İslâmiyet:
Müslümanlık, semavî
dinlerin sonuncusu.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
Kelime-i Tevhid:
tevhid-i İlâhîyi
ifade eden lâ ilâhe illâllah Mu-
hammedün Resulullah cümlesi.
keşif:
bulma, meydana çıkarma.
kudret-i İlâhiye:
Allah’ın kud-
reti, Allah’ın kudretiyle yaptı-
ğı işler, fiiller, tasarruflar.
küll:
bütün.
lem’a-i arabiye:
Arabca ya-
zılmış olan lem’a.
medar:
dayanak noktası, se-
bep, vesile.
mertebe:
derece, basamak.
mertebe-i tevhid:
tevhid mer-
tebesi.
muamma:
anlaşılmaz, çözül-
mesi güç iş, anlamı gizli ve
güç anlaşılır söz.
muhit:
ihata eden, kuşatıcı.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
nevi:
çeşit, tür.
risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sır:
gizli hakikat.
sühulet:
kolaylık.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahi-
bini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
tavr-ı akıl:
akıl çizgisi, akıl öl-
çüleri.
tılsım:
herkesin bilip çözeme-
diği gizli sır.
1.
O (Allah) her şeye kadirdir. (Mülk Suresi: 1.)
2.
Allah en büyüktür, en yücedir.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 262 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar