Şualar - page 270

hey’et-i umumiyesine taallûk eden maddeler ve vazifedar-
lar, birer vahit olması; ve o haşmetli şehir ve meşherde
tasarruf eden isimler ve fiiller, birbiri içinde ve birer ve bir
mahiyet ve vahit ve her yerde aynı isim ve aynı fiil olmak-
la beraber, her şeyi veya ekser eşyayı ihataları ve şümul-
leri; ve o ziynetli sarayın tedbirine ve şenlenmesine ve bi-
nasına medar olan unsurlar ve neviler, birbiri içinde ve
birer ve bir mahiyet-i vahide ve her yerde aynı unsur ve
aynı nevi bulunmakla beraber, zeminin yüzünü ve ekserî-
sini intişar ile ihata etmeleri, elbette bedahetle ve zaru-
retle iktiza eder ve delâlet eder ve şahadet eder ve göste-
rir ki, bu kâinatın sânii ve Müdebbiri ve bu memleketin
sultanı ve Mürebbîsi ve bu sarayın sahibi ve Banisi bir-
dir, tektir, vahittir, ehaddir. Misli ve naziri olamaz ve ve-
ziri ve muini yoktur. Şeriki ve zıddı olamaz. Aczi ve kusu-
ru yoktur.
evet, intizam tam bir vahdettir, bir tek nazzamı ister.
Münakaşaya medar olan şirki kaldırmaz.
Madem bu kâinatın hey’et-i mecmuasından, arzın yev-
mî ve senevî devranından tâ insanın simasına ve başının
duygular manzumesine ve kandaki beyaz ve kırmızı kü-
reyvatın devranına ve cereyanına kadar, küllî olsun cüz’î
olsun, her bir şeyde hikmetli ve dikkatli bir intizam var;
elbette, bir kadîr-i Mutlak’tan ve bir Hakîm-i Mutlak’tan
başka hiçbir şey, kasıt ve icat suretiyle elini hiçbir şeye
uzatamaz ve karışamazlar. Belki, yalnız kabul ederler,
mazhar ve münfail olurlar.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
arz:
yer, dünya.
Bani:
bina eden, yaratan, Allah.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açık-
lık.
cereyan:
akış, akıntı.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
delâlet:
delil olma, gösterme.
devran:
devir, dönüş.
ehad:
zatı tek olan Allah.
ekser:
pek çok.
ekserî:
çoğu zaman, çoğu kısmı.
fiil:
iş, hareket.
Hakîm-i Mutlak:
Sonsuz hikmet
sahibi ve her şeyi her hangi bir
kayda ve şarta bağlı olmaksızın
gayeli ve faydalı yaratan Allah.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli, hey-
betli.
hey’et-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksı-
zın bütününün gösterdiği hâl ve
manzara; genel yapı.
hey’et-i umumiye:
umumî he-
yet, bir şeyin teferruatları nazara
alınmadan olan umumî durumu;
genel yapı.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
ihata:
kuşatma, içine alma.
iktiza:
lazım gelme, gerekme.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kasıt:
bir işi bile bile, isteyerek
yapma.
kusur:
eksiklik, noksan.
küllî:
umumî, genel.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mahiyet-i vahide:
tek bir mahi-
yet.
manzume:
sistem.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer, zu-
hur ettiği, göründüğü yer.
meşher:
teşhir yeri, sergi, gös-
terme yeri.
misil:
benzer, eş.
muin:
yardımcı, muavin.
müdebbir:
idare eden, evirip
çeviren; yöneten.
münakaşa:
tartışma.
münfail:
tesir ile harekete ge-
çen, yapılan fiilden tesir gö-
ren.
Mürebbî:
terbiye eden, bes-
leyip büyüten Allah.
nazir:
benzer, eş.
nazzam:
en iyi düzenleyen,
en güzel nazmeden, en güzel
tanzim eden.
nevi:
çeşit, tür.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
senevî:
senelik, yıllık.
sima:
yüz, çehre.
sultan:
padişah, hükümdar.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şerik:
ortak.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Al-
lah’tan başka yaratıcının bu-
lunduğuna inanma.
şümul:
içine alma, kaplama,
ihata etme.
taallûk:
alâkalı, münasebetli
olma.
tedbir:
idare etme, çekip çe-
virme.
unsur:
madde, esas, kök.
vahdet:
birlik ve teklik.
vazifedar:
vazifeli, vazifesi olan,
iş gören.
yevmî:
günlük, gündelik, her
gün.
zaruret:
zorunluluk, mecburi-
yet.
zemin:
yeryüzü.
zıt:
karşıt, muhalif.
ziynet:
süs, bezek.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 270 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar
1...,260,261,262,263,264,265,266,267,268,269 271,272,273,274,275,276,277,278,279,280,...1581
Powered by FlippingBook