Ve öyle bir insaniyet bize lütfetmiş ki, akıl ve kalb gi-
bi çok aletleriyle, hem maddî, hem manevî âlemin niha-
yetsiz hediyelerinden zevk alır.
Ve öyle bir İslâmiyet bize bildirmiş ki, âlem-i gayp ve
âlem-i şahadetin nihayetsiz hazinelerinden nur alır.
Ve öyle bir iman hidayet etmiş ki, dünya ve ahiret
âlemlerinin hasra gelmez envarından ve hediyelerinden
tenevvür edip müstefit eder.
güya rahmet tarafından, bu kâinat, hadsiz antika ve
acip ve kıymetli şeylerle tezyin edilmiş bir saraydır. Ve
bütün o saraydaki hadsiz sandıkları ve menzilleri açacak
anahtarlar, insanın ellerine verilmiş. Ve bütün onlardan
istifade ettirecek olan ihtiyaçlar, hissiyatlar, insanın fıtra-
tına verilmiş.
İşte böyle dünyayı ve ahireti ve her şeyi kaplamış bir
rahmet, elbette o rahmet, vahidiyet içinde bir ehadiyetin
cilvesidir.
Yani, nasıl ki güneşin ziyası, mukabilindeki umum eş-
yayı ihata etmesiyle vahidiyete bir misal olduğu gibi, par-
lak ve şeffaf her bir şey dahi, kabiliyetine göre güneşin
hem ziyasını, hem hararetini, hem ziyasındaki yedi ren-
gini, hem aks-i misalini almakla, ehadiyete bir misal ol-
duğundan, elbette o ihatalı ziyayı gören adam, “Arzın
güneşi vahittir, bir tektir” diye hükmeder. Ve her parlak
şeyde, hatta katrelerde güneşin ışıklı, hararetli aksini
müşahede eden o adam, güneşin ehadiyetini, yani bizzat
güneşi, sıfatlarıyla her şeyin yanındadır ve her şeyin âyi-
ne-i kalbindedir diye bilir.
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 279 |
AYETÜ’L-KÜBRA
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
katre:
damla.
kıymet:
değer.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ih-
san.
maddî:
madde ile alâkalı, cismanî.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menzil:
yer, konak.
misal:
örnek.
mukabil:
karşılık.
müstefit:
istifade eden, faydalanan,
kazanan.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şeffaf:
saydam.
tezyin:
süsleme, ziynetlendirme.
umum:
bütün.
vahidiyet:
Cenab-ı Hakkın isim ve
sıfatlarının birliği ve kâinatı kuşat-
ması.
vahit:
yalnız, tek, bir.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
akis:
yansıma.
aks-i misal:
benzerinin, ör-
neğinin yansıması.
âlem-i gayp:
gayp âlemi,
görünmeyen, fakat varlığı kesin
olan ve mahiyeti Allah tarafın-
dan bilinen başka dünyalar.
âlem-i şahadet:
gözle gör-
düğümüz, şahit olduğumuz
âlem, kâinat.
antika:
değerli ve mükemmel
sanat eseri.
arz:
yer, dünya.
âyine-i kalp:
kalp aynası, kal-
bin aynası.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cilve:
tecelli, görüntü.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şey-
de birliğinin tecelli etmesi, gö-
rünmesi.
envar:
nurlar, aydınlıklar, ışık-
lar.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
güya:
sanki.
hararet:
sıcaklık.
hasr:
yalnız bir şeye mahsus
kılma, yalnız bir şeye kullan-
ma.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hidayet:
doğru inanç ve ya-
şayış üzere olmak.
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihatalı:
kuşatıcı.
iman:
inanma, itikat.
insaniyet:
insanlık mahiyeti.
İslâmiyet:
Müslümanlık, se-
mavî dinlerin sonuncusu.