o
™«/
ªs
°ùdG n
ƒo
gn
h r
ºo
cÉs
jp
Gn
h Én
¡o
bo
Rr
ôn
j *n
G
¥
Én
¡n
br
Rp
Q o
?p
ªr
ën
J n
’ m
ás
``H B Gn
O r
øp
e r
øu
`jn
Én
cn
h
(1)
@ o
º«/
?n
©r
dG
ayeti de rızkı tedarik edemeyen âciz ve iktidar-
sız olan zayıf bîçarelerin rızıklarını umulmadık yerden, bel-
ki gayptan, belki hiçten, meselâ, denizin dibindeki böcek-
lere hiçten ve bütün yavrulara umulmadık yerlerden ve
bütün hayvanlara her baharda âdeta sırf gayptan infakla-
rını bilfiil tekeffül ederek bilmüşahede vermekle, esbap-
perest insanlara dahi, esbap perdesi altında yine o veri-
yor diye ispat ve ilân ettiği gibi, pek çok âyât-ı kur’âniye
ve hadsiz şevahid-i kevniye, bilittifak her bir zîhayatın bir
tek rezzak-ı zülcelâl’in “
rahîmiyet
”i ile beslendiklerini
gösteriyorlar.
evet, bir nevi rızık isteyen ağaçlar iktidarsız ve ihtiyâr-
sız olduklarından, onlar yerlerinde mütevekkilâne durur-
ken rızıkları onlara koşup gelmesi; ve âciz yavruların na-
fakaları hayretnümun tulumbacıklardan ağızlarına akma-
sı ve o yavrulara bir parça iktidar ve azıcık bir ihtiyâr gel-
mesiyle süt kesilmesi; hususan insan yavrularına anaları-
nın şefkatleri yardımcı verilmesi, bedahetle ispat eder ki,
helâl rızık, iktidar ve ihtiyâr ile mütenasiben değildir, bel-
ki, tevekkül veren zaaf ve acze nispeten geliyor.
ekseriyetçe sebeb-i hüsran olan hırsı tahrik eden ikti-
dar ve ihtiyâr ve zekâvet, bir kısım büyük ediplerde o
edipleri bir nevi dilenciliğe kadar sevk ettiği gibi, zekâvet-
siz, kaba, çok âmî adamların tevekkülvari iktidarsızlıkları
dahi onları zenginliğe isal etmesi ve
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 285 |
AYETÜ’L-KÜBRA
mayan şey.
hırs:
açgözlülük, kanaatsizlik.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ihtiyar:
kendi istek ve arzularına
göre hareket etme, hür irade, ser-
bestlik.
ihtiyarsız:
bir işi yapabilmek hu-
susunda iktidar ve gücün bulun-
maması.
iktidar:
güç yetme, yapabilme, bir
işi gerçekleştirmek için gereken
kuvvet.
iktidarsız:
güç yetirememe, bir işi
gerçekleştirecek derecede gücün
olmaması.
ilân:
yayma, duyurma.
isal:
ulaştırma, eriştirme.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
meselâ:
örneğin.
mütenasiben:
uygun olarak.
mütevekkilâne:
mütevekkil ola-
rak, tevekkül ile, kadere boyun
eğerek.
nafaka:
geçimlik, geçinmek için
gerekli olan şey.
nevî:
çeşit, tür.
nevî:
yenilik.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
rahîmiyet:
merhamet edicilik.
rezzak-ı Zülcelâl:
her bir mah-
lûkunun rızkını veren celâl sahibi
Allah.
sebeb-i hüsran:
zarar sebebi, hüs-
rana uğrama nedeni.
sevk:
yöneltme.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
şevahid-i kevniye:
yaratılışa ait
şahitler.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
tekeffül:
birine kefil olma, kefalet
etme, kefalet verme.
tevekkül:
Allah’a dayanma ve gü-
venme, gücünün yetmediği yer-
de Allah’tan bekleme.
tevekkülvari:
tevekkül ederek;
Allah’a güvenerek.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik.
zekâvet:
zekilik; çabuk anlama,
kavrama kabiliyeti.
zîhayat:
hayat sahibi.
âciz:
zayıf, güçsüz.
âdeta:
sanki.
âmî:
bilgisiz, cahil.
âyât-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata
ihtiyaç olmayacak derecede
açıklık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması
ile, kendi yaparak.
bilittifak:
ittifakla, beraberce,
elbirliğiyle.
bilmüşahede:
görerek, bizzat
şahit olarak.
edip:
güzel ve sanatlı söz söy-
leyen veya yazan, bu şekilde
eserler meydana getiren.
ekseriyet:
çoğunluk.
esbapperest:
varlıkların yara-
tılışlarını sebeplere bağlayan,
onlardan olduğuna inanan kim-
se.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
gayp:
görünmeyen, fakat var-
lığı kesin olan ve mahiyeti Al-
lah tarafından bilinen başka
âlemler; manevî âlem.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hayretnümun:
hayret veren,
şaşırtan.
helâl:
Allah’ın müsaade ettiği
şey, din bakımından günah ol-
1.
Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah
verir. O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir. (Ankebut Suresi: 60.)