Aynen öyle de, “
rahmaniyet”
in tecellisiyle, kâinat bir
ağaç, bir bostan ve zemin bir meyve, bir kavun ve zîha-
yat ve insan bir çekirdek hükmünde olduğundan, elbette
en küçük bir zîhayatın Hâlıkı ve rabbi bütün zeminin ve
kâinatın Hâlıkı olmak lâzım gelir.
elhâsıl, nasıl ki ihatalı olan “
fettahiyet
” hakikatiyle bü-
tün mevcudatın muntazam suretlerini basit maddeden
yapmak ve açmak, vahdeti bedahetle ispat eder; öyle de,
her şeyi ihata eden “
rahmaniyet
” hakikati dahi, vücuda
gelen ve dünya hayatına giren bütün zîhayatları ve bilhas-
sa yeni gelenleri kemal-i intizamla beslemesi ve levazıma-
tını yetiştirmesi ve hiçbirini unutmaması ve aynı rahmet
her yerde, her anda ve her ferde yetişmesiyle, bedahetle
hem vahdeti, hem vahdet içinde ehadiyeti gösterir. risa-
le-i nur ism-i Hakîm ve ism-i rahîm’in mazharı olduğun-
dan, risale-i nur’un birçok yerlerinde, hakikat-i rahme-
tin nükteleri ve cilveleri izah ve ispat edildiğinden, bura-
da, bu katre ile o bahre işaret edip, o pek uzun kıssayı kı-
sa kesiyoruz.
s
eYYAHIMIzIn üÇünCü Menzİlde MüŞAHede ettİğİ
ÜçÜNCÜ HaKİKaT
Müdebbiriyet ve idare hakikatidir.
Yani, gayet dehşetli ve sür’atli ecram-ı semaviyeyi ve
gayet istilâcı ve karıştırıcı unsurları ve gayet ihtiyaçlı, za-
afiyetli mahlûkat-ı arziyeyi kemal-i intizam ve muvazene
ile idare etmek, birbirlerine muavenettar yapmak ve im-
tizaçkârâne idare etmek ve tedbirlerini görmek ve bu
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 281 |
AYETÜ’L-KÜBRA
siksiz düzen.
kemal-i muvazene:
dengenin ve
ölçünün kusursuzluğu, mükem-
mel derecede ölçülü ve dengeli
olma.
kıssa:
anlatılan olay, hikâye.
levazımat:
lüzumlu maddeler, ih-
tiyaç maddeleri.
mahlûkat-ı arziye:
dünyadaki ya-
ratılmışlar.
mazhar:
bir şeyin çıktığı yer, zuhur
ettiği, göründüğü yer.
menzil:
yer, konak.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
muavenettar:
yardım ederek.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
müdebbiriyet:
her işi önceden
tedbirlice ayarlayarak, dikkatlice
geleceği düşünmek.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
rahmaniyet:
Cenab-ı Hakkın kul-
larını beslemesi, koruması ve mer-
hamet etmesi vasfı.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
seyyah:
gezgin, gezici.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tedbir:
idare etme, çekip çevir-
me.
unsur:
madde, esas, kök.
vahdet:
birlik ve teklik.
vücut:
var olma, varlık.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
bahir:
deniz.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata
ihtiyaç olmayacak derecede
açıklık.
bostan:
sebze bahçesi.
cilve:
tecelli, görüntü.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ecram-ı semaviye:
gök cisim-
leri, yıldızlar, gezegenler.
elhâsıl:
hâsılı, netice itibarıy-
la, kısaca.
fettahiyet:
her şeye lâyık bir
şekil ve suret verme sıfatı, fet-
hedicilik.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i rahmet:
rahmet ha-
kikati, acımanın ve esirgemenin
esası.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Al-
lah.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
idare:
bir işi yürütme, çekip
çevirme.
imtizaçkârâne:
bağdaşırcasına,
karışmış gibi.
ism-i Hakîm:
Hakîm ismi; Ce-
nab-ı Hakkın hikmetle, fay-
daları takip ederek iş gören
manasındaki ismi.
ism-i rahîm:
bütün mahlûkatı
sonsuz rahmet ve merhameti
ile kuşatan anlamında Cenab-
ı Hakkın bir ismi.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istilâ:
kaplama, yayılma.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
katre:
damla.
kemal-i intizam:
intizamın
mükemmel oluşu, tam ve ek-