koca âlemi bir mükemmel memleket, bir muhteşem şe-
hir, bir müzeyyen saray gibi yapmak hakikatidir.
İşte bu Cebbarâne ve rahmanâne idarenin büyük da-
irelerini bırakıp, yalnız, baharda, zemin yüzünde cereyan
eden o idarenin bir tek sahife ve safhasını, risaletü’n-nur
onuncu söz gibi mühim risalelerinde izah ve ispat etme-
sine binaen, kısa bir suretini bir temsil ile göstereceğiz.
Şöyle ki:
Meselâ ve faraza, harika ve cihangir bir zat, dört yüz
bin ayrı ayrı milletlerden, taifelerden bir ordu teşkil etse,
her milletin ve her taifenin neferlerine ait elbiselerini,
hem silâhlarını, hem yemeklerini, hem talimat, hem ter-
hisatlarını, hem hidematlarını birbirinden ayrı ayrı, hem
çeşit çeşit olarak bütün o muhtelif cihazatı noksansız, ku-
sursuz, yanlışsız, hatasız, vakti vaktine, gecikmeden, ka-
rıştırmadan kemal-i intizamla ve gayet mükemmel bir
tarzda o mu’cizatlı kumandan verse, elbette o gayet ge-
niş ve karışık ve ince ve muvazeneli ve kesretli ve adaletli
idareye, o harika kumandanın fevkalâde kudretinden baş-
ka hiçbir sebep elini uzatamaz. eğer uzatsa, muvazeneyi
bozar ve karıştırır.
Aynen öyle de, gözümüzle görüyoruz ki, bir dest-i
gaybî, her baharda dört yüz bin muhtelif nevilerden mü-
rekkep bir muhteşem orduyu icat edip, idare ediyor. kı-
yamete numune olan güz mevsiminde, o dört yüz bin-
den üç yüz bin nebatî ve hayvanî nevilerini, vefatlar su-
retinde ve mevtler namında terhis edip vazifelerinden
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hak-
kaniyet, âdillik.
âlem:
dünya, cihan.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cebbarâne:
zorlayıcılıkla, zorba-
lıkla, cebbarcasına.
cereyan:
akma, bir tarafa doğru
akış.
cihangir:
dünyayı, cihanı zapt eden.
cihazat:
cihazlar, kendilerine ih-
tiyaç duyulan maddî manevî alet-
ler.
dest-i gaybî:
görünmez el.
faraza:
sözün gelişi, söz gelişi.
fevkalâde:
olağanüstü.
güz:
sonbahar.
harika:
olağanüstü.
hayvanî:
hayvanla ilgili, hayvana
ait.
hidemat:
hizmetler.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kumandan:
komutan.
memleket:
şehir, il, kasaba.
meselâ:
örneğin.
mevt:
ölüm.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekleri
büyük harika işler.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
muvazene:
denge.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
mürekkep:
terkip edilmiş, iki
veya daha çok şeyin karış-
masından meydana gelen bi-
leşik.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslü.
nam:
ad, isim, lâkap.
nebatî:
bitkisel.
nefer:
asker, er.
nevi:
çeşit, tür.
numune:
örnek.
rahmanâne:
şefkat ve mer-
hametle varlıkları rızıklandırır
bir şekilde.
safha:
devre, merhale.
sahife:
sayfa.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
taife:
kavim, kabile.
talimat:
talimler, eğitimler; bir
iş hakkında hareket tarzını bil-
diren emirler.
tarz:
biçim, şekil, suret.
temsil:
benzetme.
terhis:
izin verme, serbest
bırakma.
terhisat:
terhisler, izin ver-
meler, serbest bırakmalar.
teşkil:
vücut verme, şekillen-
dirme.
vazife:
görev.
vefat:
ölüm.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zemin:
yer.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 282 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar