Hâlık’ın vücuduna delâlet ederler; öyle de, ihatalarıyla da
vahdete şahadet ederler.
Bizim yolcunun üçüncü menzilde gördüğü
İKİNCİ HaKİKaT
Rahmaniyet hakikatidir.
Yani, gözümüzle görüyoruz: Birisi var ki, bize zemin
yüzünü rahmetin binlerle hediyeleriyle doldurmuş, bir zi-
yafetgâh yapmış ve “
rahmaniyet
”in yüz binlerle ayrı ayrı
lezzetli taamları içinde dizilmiş bir sofra etmiş; ve zemin
içini “rahîmiyet” ve “hakîmiyet”in binlerle kıymettar ih-
sanlarını cami bir mahzen yapmış; ve zemini, devr-i se-
nevîsinde, bir ticaret gemisi hükmünde, her sene âlem-i
gayptan levazımat-ı insaniye ve hayatiyenin yüz bin çe-
şitlerinden en güzellerini içine alarak yüklenmiş bir nevi
sefine veya şimendifer gibi ve her baharı ise, erzak ve el-
bisemizi taşıyan bir vagon hükmünde olarak bizlere gön-
derir, bizi gayet rahîmâne beslettirir. Ve bütün o hediye-
lerden, o nimetlerden istifade etmemiz için, bize de yüz-
lerle ve binlerle iştihalar, ihtiyaçlar, duygular, hissiyatlar,
hisler vermiş.
evet, Ayet-i Hasbiyeye dair olan dördüncü Şuada izah
ve ispat edildiği gibi, bize öyle bir mide vermiş ki, hadsiz
taamlardan lezzet alır.
Ve öyle bir hayat ihsan etmiş ki, duygularıyla, bir sof-
ra-i nimet gibi, koca cismanî âlemde, hadsiz nimetlerin-
den istifade eder.
âlem:
dünya, cihan.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, görün-
meyen, fakat varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen
başka dünyalar.
ayet-i Hasbiye:
‘Allah bize yeter.
O ne güzel vekildir’ manasındaki
‘Hasbünallahü ve ni’me’l-vekîl’
ayet-i kerîmesi.
cami:
cem eden, toplayan, içine
alan.
cismanî:
maddî ve cisimli olmak.
dair:
alâkalı, ilgili.
delâlet:
delil olma, gösterme.
devr-i senevî:
bir yıllık dönüş.
erzak:
yiyecek, içecek, azıklar.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakîmiyet:
hikmetlilik, faydalılık,
güzel gayelilik.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Al-
lah.
hissiyat:
hisler, duygular.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
iştiha:
fazla istek, arzu.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
levazımat-ı hayatiye:
hayat
için lüzumlu olan ihtiyaç mad-
deleri.
levazımat-ı insaniye:
insanın
hayatını devam ettirmesi için
lâzım olan ihtiyaç maddeleri.
mahzen:
içinde eşya saklanan
yer.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rahîmâne:
rahîm olarak, mer-
hamet ederek, merhametli ola-
rak.
rahîmiyet:
merhamet edici-
lik.
rahmaniyet:
Cenab-ı Hakkın
kullarını beslemesi, koruması
ve merhamet etmesi vasfı.
rahmet:
şefkat etmek, mer-
hamet etmek, esirgemek.
sefine:
gemi.
sofra-i nimet:
nimet sofrası.
şimendifer:
tren.
taam:
yemek, yiyecek.
ziyaretgâh:
ziyaret yeri.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 278 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar