(1)
Ék
bho
Rr
ôn
e o
? B Én
?r
?n
J m
?p
gÉn
L m
?p
gÉn
Ln
h @ o
¬o
Ñp
gGn
òn
e r
ân
«r
Yn
G m
ºp
dÉn
Y m
ºp
dÉn
Y r
ºn
c
darbımesel olması ispat eder ki, rızk-ı helâl iktidar ve ihti-
yâr kuvvetiyle kazanılmaz, buldurulmaz. Belki, çalışması-
nı ve sa’yini kabul eden bir merhamet tarafından verilir
ve ihtiyacına acıyan bir şefkat canibinden ihsan edilir.
Fakat, rızık ikidir:
Biri
: Yaşamak için hakikî ve fıtrî rızıktır ki, taahhüd-i
rabbanî altındadır. Hatta o kadar muntazamdır ki, be-
dende yağ ve saire suretinde iddihar olunan fıtrî rızık, hiç
olmazsa yirmi günden ziyade bir şey yemeden yaşatır, ha-
yatını idame eder. demek, yirmi otuz günden evvel ve
bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zahiren aç-
lıktan vefat edenler, rızıksızlıktan değil, belki sû-i itiyattan
ve terk-i âdetten neş’et eden bir hastalıktan vefat ederler.
İkinci kısım rızık
: İtiyat, israf ve sû-i istimalât ile tiryaki
olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve sun’î rızıktır. Bu
kısım ise, taahhüd-i rabbanî altında değil, belki ihsana tâ-
bidir; kâh verir, kâh vermez.
Bu ikinci rızıkta, bahtiyar odur ki, medar-ı saadet ve
lezzet olan iktisat ve kanaatle, sa’y-i helâli bir nevi ibadet
ve rızık için bir fiilî dua bilerek, müteşekkirâne ve minnet-
tarâne o ihsanı kabul edip, hayatını saadetkârâne geçirir.
Ve bedbaht odur ki, medar-ı şekavet ve hasaret ve elem
olan israf ve hırs ile, sa’y-i helâli bırakarak, her kapıya
başvurup, tembelkârâne ve zalimâne ve müştekiyâne ha-
yatını geçirir, belki öldürür.
bahtiyar:
bahtlı, tâli’li, mes’ut ,
mutlu.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, zavallı.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
darbımesel:
atasözü, vecize.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
evvel:
önce.
fiilî:
fiille ilgili, gerçekten yapılan
iş.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
hakikî:
gerçek.
idame:
devam ettirme, sürdürme.
iddihar:
biriktirme, toplama, yığ-
ma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
iktisat:
tutum, lüzumundan fazla
veya eksik harcamalardan kaçın-
ma.
israf:
gereksiz yere harcama, ih-
tiyaçtan fazlasını harcama, savur-
ganlık.
itiyat:
âdet edinme, alışkanlık hâ-
line getirme, alışkanlık.
kâh:
zaman olur, bazen.
kanaat:
az gözlü olmadan hırs
göstermeden kısmetine razı ol-
mak, elindeki ile yetinmek.
kuvvet:
güç, kudret.
mecazî:
mecaza ait, gerçek ol-
mayan.
medar-ı elem:
dert, keder, gam
sebebi.
medar-ı hasaret:
zarar ve ziyan
sebebi.
medar-ı saadet:
mutluluk vesilesi,
ferahlık sebebi.
medar-ı şekavet:
sıkıntı sebebi;
her türlü kötü hale sebep olan.
merhamet:
acımak, şefkat gös-
termek, korumak, esirgemek.
minnettarâne:
minnet duyarak,
yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür
hissi taşıyarak.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
müddehar:
biriktirilmiş, toplan-
mış.
müştekiyâne:
şikâyet edercesine,
şikâyet eder gibi.
müteşekkirâne:
müteşekkir ola-
rak, teşekkür edercesine.
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
rızk-ı helâl:
helâl rızık, haram
karışmamış olan yiyecek-içe-
cek ve diğer ihtiyaçlar.
saadetkârâne:
mutlu olarak,
mutlu bir şekilde.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
sa’y-i helâl:
helâl kazanç.
sû-i istimalât:
kötü kullan-
malar.
sû-i itiyat:
kötü alışkanlık.
sun’î:
tabiî olmayan, yapma.
taahhüd-i rabbanî:
Allah’ın
taahhüdü; Allah’ın idaresi ve
taahhüdü altında olma.
tâbi:
bir şeye uyan.
tembelkârâne:
tembel olana
yakışır şekilde, tembelce.
terk-i âdet:
âdetin terki, alış-
kanlıkların bırakılması.
tiryaki:
bir şeye vaz-
geçemeyecek derecede alış-
mış olan.
vefat:
ölme.
vesaire:
ve başkaları, bunun
gibileri.
zahiren:
görünüşte.
zalîmâne:
zulmedercesine, za-
limce.
zaruret:
zorunluluk, mec-
buriyet.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Nice âlimler vardır ki, geçim sıkıntısı çekerler. Nice cahiller vardır ki, bolca rızıklanmış olup
varlık içinde yüzerler.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 286 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar