Şualar - page 277

ayetlerin ifadesiyle, tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin
en hayretli mu’cizesi, suretleri açmasıdır. Bu hikmete bi-
naen, feth-i suver hakikati tekrar ile birkaç suretlerde ri-
saletü’n-nur’da ve bilhassa bu risalenin İkinci Makamının
Birinci Babında, Altıncı ve Yedinci Mertebelerinde ispat
ve beyan edilmesinden, onlara havale edip, burada bu ka-
dar deriz ki:
Fenn-i nebatat ve fenn-i hayvanatın şahadetiyle ve tet-
kikat-ı amikasıyla bu feth-i suverde öyle bir ihata ve şü-
mul ve sanat var ki, bir tek Vahid-i ehad’den ve her şey-
de her şeyi görebilecek ve yapabilecek bir kadîr-i Mut-
laktan başka hiçbir şey bu cemiyetli ve ihatalı fiile sahip
olamaz. Çünkü, bu feth-i suver fiili ise, her yerde ve her
anda bulunan, nihayetsiz bir kudretin içinde nihayet de-
recede bir hikmet, bir dikkat, bir ihata ister. Ve böyle bir
kudret ise, ancak bütün kâinatı idare eden bir tek zatta
bulunabilir.
evet, meselâ mezkûr ayetlerin ferman ettikleri gibi üç
karanlık içinde bütün validelerin erhamında, insanların
suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, ziynetli ve intizam-
lı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırma-
dan, basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan “
fetta-
hiyet
”; ve umum rûy-i zeminde aynı kudret, aynı hikmet,
aynı sanatla umum insanları ve hayvanları ve nebatları
ihata eden bu feth-i suver hakikati, vahdaniyetin en kuv-
vetli bir bürhanıdır. Çünkü, ihata etmek bir vahdettir;
şirke yer bırakmaz. Ve Birinci Babda vücub-i vücuda
şahadet eden on dokuz hakikat, nasıl ki vücutlarıyla
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 277 |
AYETÜ’L-KÜBRA
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
mizan:
ölçü.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
nebat:
topraktan biten, yetişen
her türlü şey, bitki.
nihayet:
son derece.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, tanık-
lık.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Allah’tan
başka yaratıcının bulunduğuna
inanma.
şümul:
içine alma, kaplama, ihata
etme.
tetkikat-ı amika:
derin in-
celemeler.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı, Allah’ın bir oluşu.
vahdet:
birlik ve teklik.
Vahid-i Ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah.
valide:
ana, anne.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak.
vücut:
var olma, varlık.
Zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
ziynet:
süs.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bab:
bir kitabın bölümlerin-
den her biri.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
bilhassa:
özellikle.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cemiyetli:
bir çok şeyi bir
arada bulunduran, pek çok
özellikleri içine alan, kapsam-
lı.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
erham:
rahimler, döl yatak-
ları.
fenn-i hayvanat:
hayvanları
inceleyen ve onlar hakkında
bilgi veren ilim dalı, zooloji.
fenn-i nebâtât:
bitkileri in-
celeyen ve onlar hakkında bil-
gi veren ilim dalı, botanik.
ferman:
emir, buyruk.
feth-i suver:
suretlerin mey-
dana çıkışı, her yaratığın Al-
lah’ın izni üzere suretlerinin
açılışı.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihatalı:
kuşatıcı.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstün-
lük.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt
ve şarta tâbi olmaksızın her
şeye gücü yeten sonsuz kud-
ret sahibi, Allah.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
meselâ:
örneğin.
1...,267,268,269,270,271,272,273,274,275,276 278,279,280,281,282,283,284,285,286,287,...1581
Powered by FlippingBook