küllî ve diğer kısım onun cüzleri ve fertleri ve birbirine sik-
ke-i fıtratta müşabehet ve nakş-ı sanatta münasebet ve
birbirine yardım etmek ve birbirinin vazife-i fıtriyesini tek-
mil etmek gibi, çok cihetü’l-vahdet noktalarında, bedahet
derecesinde tevhidi ilân ve sâni’lerinin vahit olduğunu is-
pat etmek ve kâinatın rububiyet cihetinde tecezzi ve inkı-
sam kabul etmez bir küll ve küllî hükmünde bulunduğunu
izhar etmektir.
evet, meselâ her baharda, nebatattan ve hayvanattan
dört yüz bin nev’in hadsiz efratlarını, beraber ve birbiri
içinde, bir anda ve bir tarzda, yanlışsız, hatasız, kemal-i
hikmet ve hüsn-i sanatla icat etmek ve idare ve iaşe et-
mek; hem kuşların misal-i musağğarları olan sineklerden
tâ numune-i ekberleri olan kartallara kadar hadsiz efrat-
larını yaratmak ve hava âleminde seyahat ve yaşamala-
rına yardım eden cihazatı verip gezdirmek ve havayı şen-
lendirmekle beraber, yüzlerinde mu’cizâne birer sikke-i
sanat ve cisimlerinde müdebbirâne birer hatem-i hikmet
ve mahiyetlerinde mürebbiyâne birer turra-i ehadiyet
koymak; hem zerrat-ı taamiyeyi hüceyrat-ı bedeniyenin
imdadına ve nebatatı hayvanatın imdadına ve hayvanatı
insanların yardımına ve umum valideleri iktidarsız yavru-
ların muavenetine hakîmâne, rahîmâne koşturmak, gön-
dermek; hem daire-i kehkeşandan ve Manzume-i
Şemsiyeden ve anasır-ı arziyeden, tâ göz hadekasının
perdelerine ve gül goncasının yapraklarına ve mısır
sümbülünün gömleklerine ve kavunun çekirdeklerine
kadar mütedahil daireler gibi cüz’î ve küllî hükmünde,
âlem:
varlık sınıflarından her biri.
anasır-ı arziye:
arzın unsurları;
dünyadaki unsurlar, asıllar, esas-
lar, esas maddeler.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açık-
lık.
cihazat:
cihazlar, kendilerine ihti-
yaç duyulan maddî manevî alet-
ler.
cihet:
yön.
cihetü’l-vahdet:
birlik ciheti.
cüz:
parça.
daire-i Kehkeşan:
Samanyolu da-
iresi.
efrat:
fertler.
hadeka:
göz bebeği.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakîmâne:
hikmetli bir şekilde.
hatem-i hikmet:
hikmet hatemi,
mührü.
hayvanat:
hayvanlar.
hüceyrat-ı bedeniye:
bedene ait
hücreler.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hüsn-i sanat:
sanat güzelliği.
iaşe:
geçindirme, besleme, yaşat-
ma.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
iktidarsız:
güç yetirememe, bir işi
gerçekleştirecek derecede gücün
olmaması.
ilân:
yayma, duyurma.
imdat:
yardım.
inkısam:
bölünme, parçalanma.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkar-
ma, gösterme.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kemal-i hikmet:
hikmetin mü-
kemmelliği, tam ve eksiksiz bir
hikmet, mükemmel hikmet ve ga-
ye.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ne-
den ibaret olduğu.
Manzume-i Şemsiye:
güneş ile
ona bağlı olan seyyareler, Güneş
Sistemi.
meselâ:
örneğin.
muavenet:
yardım.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
müdebbirâne:
müdebbir olana
yakışır şekilde, tedbirlice.
münasebet:
ilişki, alâka.
mürebbiyâne:
terbiye edene
yakışır şekilde, terbiye ede-
rek, yetiştirerek.
müşabehet:
benzeme, ben-
zeyiş.
mütedâhil:
tedahül eden, bir-
biri içine geçen.
nakş-ı sanat:
sanat nakşı, sa-
nat süsü.
nevi:
çeşit, tür.
rahîmâne:
rahîm olarak, mer-
hamet ederek, merhametli ola-
rak.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
seyahat:
yolculuk.
sikke-i fıtrat:
yaratılış sikkesi.
sikke-i sanat:
sanat sikkesi,
mührü.
tarz:
biçim, şekil.
tecezzi:
parçalara ayrılma, bö-
lünme, ufalanma, cüzlere ay-
rılma.
tekmil:
tamamlama, kemale
erdirme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
turra-i ehadiyet:
ehadiyet tur-
rası; Allah’ın teklik mührü,
damgası.
umum:
bütün.
vahit:
zatında ve sıfatlarında
tek ve yegâne olan.
valide:
ana, anne.
vazife-i fıtriye:
fıtrî vazife, ya-
ratılışa ait vazife.
zerrat-ı taamiye:
yiyecek zer-
releri, yemek tanecikleri.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 268 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar