Üçüncü ayet:
Ék
br
Rp
Qn
h Gk
ôn
µn
°S o
¬r
æp
e n
¿ho
òp
îs
àn
J p
ÜÉn
ær
Yn
’r
Gn
h p
?«p
îs
ædG p
äGn
ôn
ªn
K r
øp
en
h
(1)
n
¿ƒo
?p
?r
©n
j m
?r
ƒn
?p
d k
án
j'
’n
n
?p
d'
P /
‘ s
¿p
G Ék
æn
°ùn
M
Bu ayet nazar-ı dikkati hurma ve üzüme celp edip der
ki: “Aklı bulunanlara, bu iki meyvede, tevhid için büyük
bir ayet, bir delil ve bir hüccet vardır.”
evet, bu iki meyve, hem gıda ve kut, hem fâkihe ve ye-
miş, hem çok lezzetli taamların menşeleri olmakla bera-
ber, susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaç-
lar, o derece bir mu’cize-i kudret ve bir harika-i hikmettir
ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir şurup maki-
nesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir inti-
zam ve hikmetli ve dikkatli bir sanattırlar ki, zerre kadar
aklı bulunan bir adam, “Bunları böyle yapan, elbette bu
kâinatı yaratan zat olabilir” demeye mecburdur.
Çünkü, meselâ bu gözümüz önünde bir parmak kadar
asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var. Ve her sal-
kımda şekerli şurup tulumbacıklarından yüzer tane var.
Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve lâtif ve renkli
bir mahfazayı giydirmek; ve nazik ve yumuşak kalbinde,
kuvve-i hafızası ve programı ve tarihçe-i hayatı hükmün-
de olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak; ve
karnında “Cennet Helvası” gibi bir tatlıyı ve Âb-ı kevser
gibi bir balı yapmak; ve bütün zemin yüzünde hadsiz
emsalinde aynı dikkat, aynı hikmet, aynı harika-i sanatı,
aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak, elbette bedahetle
gösterir ki, bu işi yapan bütün kâinatın hâlıkıdır. Ve bu
Âb-ı Kevser:
cennetteki sulardan
biri; Kevser suyu.
bedahet:
açıklık, aşikâr, ispata ih-
tiyaç olmayacak derecede açık-
lık.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
emsal:
örnekler, benzerler.
fâkihe:
yemiş, meyve.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
harika-i hikmet:
her şeyin belirli
bir gaye ve hikmet ile yaratılma-
sındaki harikalık, muhteşemlik.
harika-i sanat:
sanat harikası.
hassas:
incelikli, en ufak ölçüleri
sağlıklı ve kesin olarak veren.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hüccet:
delil.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, var-
lıklar.
kut:
yiyecek, rızık.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
lâtif:
güzel, hoş.
mahfaza:
kılıf.
mecbur:
zorunda kalma.
menşe:
esas, kaynak.
meselâ:
örneğin.
mizan:
ölçü.
mu’cize-i kudret:
Cenab-ı Hak-
kın kudretinin mu’cizesi.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
nazik:
narin, ince.
salkım:
üzüm gibi, bir çoğu
bir sap üzerinde, bir arada bu-
lunan yemiş.
tarihçe-i hayat:
bir şeyin ve-
ya insanın doğumdan ölüme
kadar başından geçen şeyler,
biyografi.
tarz:
biçim, şekil.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zemin:
yer.
zerre:
maddenin en küçük
parçası, molekül, atom.
1.
Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümden de hem sarhoş edici bir içki, hem de güzel
bir rızık edinirsiniz. Akıllarını kullanan bir topluluk için şüphesiz bunda bir delil vardır. (Nahl
Suresi: 67.)
AYETÜ’L-KÜBRA
| 260 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar