Şirkin bu kemalât-ı İlâhiyeye ve insaniye ve kevniyeye
karşı zıddiyeti ve o kemalâtları bozduğu, İkinci Şua risa-
lesinin, üç meyve-i tevhide dair Birinci Makamında kuv-
vetli ve kat’î deliller ile ispat ve izah edildiğinden, ona ha-
vale edip, burada kısa kesiyoruz.
Dördüncü hakikat,
hâkimiyet’
tir.
evet, bu kâinata geniş bir dikkat ile bakan, kâinatı ga-
yet haşmetli ve gayet faaliyetli bir memleket, belki idare-
si gayet hikmetli ve hâkimiyeti gayet kuvvetli bir şehir
hükmünde görür, her şeyi ve her nev’i birer vazife ile mu-
sahharâne meşgul bulur.
(1)
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äGn
ƒ'
ª°s
ùdG o
Oƒo
æo
L !n
h
ayetinin askerlik manasını ihsas eden temsiline göre, zer-
rat ordusundan ve nebatat fırkalarından ve hayvanat ta-
burlarından, tâ yıldızlar ordusuna kadar olan cünud-i rab-
baniyeden, o küçücük memurlarda ve bu pek büyük as-
kerlerde, hâkimâne tekvinî emirlerin, âmirâne hükümle-
rin, şahane kanunların cereyanları, bedahetle bir hâkimi-
yet-i mutlakanın ve bir âmiriyet-i külliyenin vücuduna de-
lâlet ederler.
Madem bir hâkimiyet-i mutlaka hakikati vardır; elbette
şirkin hakikati olamaz. Çünkü
(2)
Én
Jn
ón
°ùn
Øn
d *G s
’p
G l
án
¡p
d'
G BÉ n
ªp
¡«/
a n
¿Én
c r
ƒn
d
ayetinin hakikat-i kàtıasıy-
la, müteaddit eller, müstebidâne, bir işe karışsalar, karış-
tırırlar. Bir memlekette iki padişah, hatta bir nahiyede iki
müdür bulunsa, intizam bozulur ve idare hercümerç olur.
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 253 |
AYETÜ’L-KÜBRA
ma, alt üst olma.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hüküm:
emir, buyruk.
ihsas:
hissettirme, sezdirme.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kemalât-ı İlâhiye:
İlâhî güzellik
ve mükemmellikler.
kemalât-ı insaniye:
insana ait
mükemmellik ve olgunluklar.
kemalât-ı kevniye:
kâinattaki
oluşlara ait güzellikler, mükem-
mellikler.
meyve-i tevhid:
tevhid hakikati-
nin güzel neticesi, Allah’ın birliği-
nin meyvesi.
musahharâne:
boyun eğmişçesi-
ne, emir ve itaat altına girmişçesi-
ne.
müstebidâne:
müstebitçe, keyfî
ve baskıcı bir şekilde.
müteaddit:
çeşitli.
nahiye:
bölge, küçük yer.
nebatat:
bitkiler.
nevi:
çeşit, tür.
padişah:
hükümdar, sultan.
şahane:
mükemmel, muhteşem.
tabur:
düzgün sıralar hâlinde art
arda dizilmiş topluluk.
tekvinî:
tekvin ile ilgili, yaratma-
ya, var etmeye dair.
temsil:
benzetme.
vazife:
görev.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zıddiyet:
birbirine muhalif, zıt ol-
ma hâli.
amirâne:
emrederek, emre-
dercesine, âmirmiş gibi.
amiriyet-i külliye:
küllî ola-
rak, her şeye âmir oluş.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
cereyan:
akış, akıntı.
cünud-i rabbaniye:
Allah’ın
orduları; zerrelerden gezegen-
lere kadar Allah’ın emrine ita-
at eden bütün mahlûkat.
dair:
alâkalı, ilgili.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
fırka:
topluluk.
gayet:
son derece.
hakikat-i kàtıa:
kesin haki-
kat, gerçek.
hâkimâne:
hükmedercesine.
hâkimiyet:
hâkim oluş, hük-
mediş, egemenlik.
hâkimiyet-i mutlaka:
mutlak
ve kesin olarak hâkim olma,
hükmetme.
haşmetli:
ihtişamlı, gösterişli,
heybetli.
havale:
bir şeyi başkasının üs-
tüne bırakma.
hayvanat:
hayvanlar.
hercümerç:
karmakarışık ol-
1.
Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. (Fetih Suresi: 7.)
2.
Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi. (Enbiya
Suresi: 22.)