Hâlbuki, sinek kanadından tâ semavat kandillerine kadar
ve hüceyrat-ı bedeniyeden tâ seyyaratın burçlarına kadar
öyle bir intizam var ki, zerre kadar şirkin müdahalesi
olamaz.
Hem, hâkimiyet bir makam-ı izzettir; rakip kabul et-
mek, o hâkimiyetin izzetini kırar. evet, aczi için çok yar-
dımcılara muhtaç olan insanın, cüz’î ve zahirî ve muvak-
kat bir hâkimiyeti için kardeşini ve evlâdını zalimâne öl-
dürmesi gösteriyor ki, hâkimiyet rakip kabul etmez. Böy-
le bir âciz, böyle cüz’î bir hâkimiyet için böyle yaparsa,
elbette bütün kâinatın maliki olan bir kadîr-i Mutlak’ın,
hakikî ve küllî rububiyetine ve ulûhiyetine medar olan
kendi hâkimiyet-i kudsiyesine başkasını teşrik etmesi ve
şerike müsaade etmesi hiçbir cihetle mümkün olamaz.
Bu hakikat, İkinci Şuaın İkinci Makamında ve risale-i
nur’un birçok yerlerinde kuvvetli deliller ile ispat edildi-
ğinden, onlara havale ediyoruz.
İşte, yolcumuz bu dört hakikati müşahede etmekle,
vahdaniyet-i İlâhiyeyi şuhut derecesinde bildi, imanı
parladı. Bütün kuvvetiyle
(1)
o
¬n
d n
?j /
ôn
°Tn
’ o
?n
ór
Mn
h *G s
’p
G n
¬ '
dp
G n
B ’
dedi. Ve bu menzilden aldığı derse bir kısa işaret olarak,
Birinci Makamın İkinci Babında,
p
܃o
Lo
hn
h /
¬p
às
«p
fGn
ór
Mn
h '
¤n
Y s
?n
O …/
òs
dG o
ón
Mn
’r
G o
óp
MGn
ƒr
dG *G s
’p
G n
¬'
dp
G n
B ’
Gn
òn
cn
h @ p
án
?n
?r
£o
Ÿr
G p
ás
«p
gƒo
do
’r
G p
Ro
QÉn
Ñn
J p
án
?«/
?n
M p
án
ªn
¶n
Y o
In
ón
gÉn
°ûo
e /
?p
Oƒo
Lo
h
âciz:
zayıf, güçsüz.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
burç:
güneş sisteminde yer alan
on iki takım yıldızın her biri.
cüz’î:
az bir parça.
evlât:
veletler, çocuklar.
hakikî:
gerçek.
hakîmiyet-i kudsiye:
mukaddes,
yüce hâkimiyet, her şeyi idare ve
tasarruf etme.
hüceyrat-ı bedeniye:
bedene ait
hücreler.
iman:
inanma, itikat.
izzet:
şeref, yücelik, değer.
Kadîr-i Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta tâbi olmaksızın her şeye gü-
cü yeten sonsuz kudret sahibi, Al-
lah.
kandil:
lâmba.
kuvvet:
güç, kudret.
küllî:
umumî, genel.
makam-ı izzet:
şeref, üstün-
lük makamı.
malik:
sahip.
medar:
dayanak noktası, se-
bep, vesile.
menzil:
yer, konak.
muvakkat:
geçici.
müdahale:
karışma.
müsaade:
izin.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her
zaman, her yerde, her mahlû-
ka muhtaç olduğu şeyleri ver-
mesi, onu terbiye etmesi ve
idaresi altında bulundurma
vasfı.
semavat:
semalar, gökler.
seyyarat:
gezegenler.
şerik:
ortak.
şuhut:
gözle görme, müşahe-
de.
teşrik:
ortak etme.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâ-
kimiyeti ile kâinattaki her şe-
yi kendisine ibadet ve itaat
ettirmesi.
vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî bir-
lik, Allah’ın bir, tek olması.
zahirî:
görünürde.
zerre:
maddenin en küçük
parçası, molekül, atom.
1.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O birdir. Allah bir olur; ortağı yoktur. (Buharî, Ezan: 155.)
AYETÜ’L-KÜBRA
| 254 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar