çeviren ve yevmiye hâdisatıyla yazan ve değiştiren aynı
zat, aynı anda, en gizli, en cüz’î olan kalblerin hatıratla-
rını dahi bilir ve iradesiyle idare eder.
Ve mezkûr fiillerin her biri bir tek fiil olduğundan, za-
rurî olarak, onların faili dahi bir tek Vahid ve kadîr olan
Fail-i zülcelâl’lerinin, bedahetle öyle bir kibriya ve azame-
ti var ki, hiçbir yerde, hiçbir şeyde, hiçbir cihetle, hiçbir
şirkin, hiçbir imkânını, hiçbir ihtimalini bırakmıyor, kö-
küyle kesiyor.
Madem böyle bir kibriya ve azamet-i kudret var ve ma-
dem o kibriya nihayet kemaldedir ve ihata ediyor. elbet-
te o kudrete acz veya ihtiyaç ve o kibriyaya kusur ve o
kemale noksaniyet ve o ihataya kayıt ve o nihayetsizliğe
nihayet veren bir şirke meydan vermesi ve müsaade et-
mesi, hiçbir vecihle mümkün değildir. Fıtratını bozmayan
hiçbir akıl kabul etmez.
İşte, şirk kibriyaya dokunması ve celâlin izzetine dokun-
durması ve azametine ilişmesi cihetiyle öyle bir cinayettir
ki, hiç kabil-i af olmadığını, kur’ân-ı Mu’cizülbeyan azîm
tehdit ile
(1)
n
?`p
d'
P n
¿ho
O Én
e o
ôp
Ør
¨n
jn
h /
¬p
H n
?n
ôr
°ûo
j r
¿n
G o
ôp
Ør
¨n
j n
’ %G s
¿
p
G
ferman ediyor.
İKİNCİ HaKİKaT
kâinatta tasarrufları görünen ef’al-i rabbaniyenin ıtlak
ve ihata ve nihayetsiz bir surette zuhurlarıdır. Ve o fiille-
ri takyit ve tahdit eden yalnız hikmet ve iradedir ve
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 257 |
AYETÜ’L-KÜBRA
lirlik.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için olan
iktidar, güç.
ıtlak:
serbest olup her tarafta bu-
lunma.
izzet:
şeref, yücelik, değer.
kabil-i af:
affı mümkün, affedile-
bilir.
Kadîr:
kudret sahibi olan ve her
şeye gücü yeten Allah.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma.
kibriya:
Cenab-ı Allah’ın azameti
ve kudreti, her cihetle büyüklü-
ğü.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
kusur:
eksiklik, noksan.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
müsaade:
izin.
nihayet:
son derece.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
noksaniyet:
eksiklik, noksanlık.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Allah’tan
başka yaratıcının bulunduğuna
inanma.
tahdit:
hudutlandırma, sınırlama.
takyit:
kayıt ve şarta bağlama.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
vahit:
zatında ve sıfatlarında tek
ve yegâne olan.
vecih:
cihet, yön.
yevmiye:
günlük.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister is-
temez.
zat:
azamet ve ululuk sahibi olan.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
azamet-i kudret:
kudretin bü-
yüklüğü.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
celâl:
sonsuz büyüklük, haş-
met, ululuk, yücelik ve haş-
met sahibi olan Allah.
cihet:
yan, yön, taraf.
cinayet:
cana kıyma, katl ve-
ya bu derecede ağır bir suç.
cüz’î:
küçük, az.
ef’al-i rabbaniye:
Allah’ın ken-
di zatına mahsus ve Rab ismi-
nin tecellisi olan fiilleri.
fail:
işi yapan, fiili işleyen, ya-
pan, eden işleyen.
Fail-i Zülcelâl:
büyüklük ve
haşmet sahibi olan fail; Allah.
ferman:
emir, buyruk.
fiil:
iş, hareket.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç,
huy.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hakikat:
gerçek, esas.
hatırat:
hatıralar, hatırda ka-
lan şeyler.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihtimal:
olabilirlik.
imkân:
mümkün olma, olabi-
1.
Muhakkak ki Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bundan başkasını dilediği kim-
se için affeder. (Nisâ Suresi: 48.)