Şualar - page 251

Madem böyle bir ulûhiyet hakikati var; elbette iştiraki
kabul edemez. Çünkü, ulûhiyete, yani ma’budiyete karşı
şükür ve ibadetle mukabele edenler, kâinat ağacının en
nihayetlerinde bulunan zîşuur meyveleridir. Ve başkala-
rın o zîşuurları memnun ve minnettar edip yüzlerini ken-
dilerine çevirmesi ve görünmediğinden çabuk unutturula-
bilen hakikî ma’budlarını onlara unutturması, ulûhiyetin
mahiyetine ve kudsî maksatlarına öyle bir zıddiyettir ki,
hiçbir cihetle müsaade etmez. kur’ân’ın çok tekrar ile ve
şiddetle şirki red ve müşrikleri cehennem ile tehdit etme-
si, bu cihettendir.
İkinci hakikat,
rububiyet-i mutlaka’
dır.
evet, bütün kâinatta, hususan zîhayatlarda ve bilhassa
terbiye ve iaşelerinde, her tarafta aynı tarzda ve umulma-
dık bir surette, beraber ve birbiri içinde hakîmâne, rahî-
mâne, bir dest-i gaybî tarafından olan bir tasarruf-i âmm,
elbette bir rububiyet-i mutlakanın tereşşuhudur ve ziyası-
dır; ve tahakkukuna bir bürhan-ı kat’îdir.
Madem bir rububiyet-i mutlaka vardır; elbette şirk ve
iştiraki kabul etmez. Çünkü, o rububiyetin, kendi cema-
lini izhar ve kemalâtını ilân ve kıymetli sanatlarını teşhir
ve gizli hünerlerini göstermek gibi en mühim maksat ve
gayeleri, cüz’iyatta ve zîhayatta temerküz ve içtima etti-
ğinden, en cüz’î bir şeye ve en küçük bir zîhayata kendi
başıyla müdahale eden bir şirk, o gayeleri bozar ve o
maksatları harap eder. Ve zîşuurun yüzlerini o gayeler-
den ve o gayeleri irade edenden çevirip esbaba saldığın-
dan ve bu vaziyet rububiyetin mahiyetine bütün bütün
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 251 |
AYETÜ’L-KÜBRA
müdahale:
karışma.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müsaade:
izin.
müşrik:
Allah’a şirk koşan, ortak
tutan.
nihayet:
son.
rahîmâne:
rahîm olarak, merha-
met ederek, merhametli olarak.
red:
reddetme, kabul etmeme.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka muh-
taç olduğu şeyleri vermesi, onu
terbiye etmesi ve idaresi altında
bulundurma vasfı.
rububiyet-i mutlaka:
mutlaka ter-
biye edicilik, Cenab-ı Hakkın her
şeyi kuşatan ve emri altında tu-
tan kayıtsız, şartsız terbiye edici-
liği.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Allah’tan
başka yaratıcının bulunduğuna
inanma.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tasarruf-i âmm:
umumî tasarruf,
Cenab-ı Hakkın kâinattaki her şe-
yi idaresi ve istediği biçimde var-
lıkları değişik tarzlarda kullanma-
sı.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
temerküz:
merkezleşme, bir mer-
kezde toplanma.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme.
tereşşuh:
sızıntı, damla.
teşhir:
gösterme, sergileme.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâkimi-
yeti ile kâinattaki her şeyi kendi-
sine ibadet ve itaat ettirmesi.
vaziyet:
durum.
zıddiyet:
birbirine muhalif, zıt ol-
ma hâli.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
bilhassa:
özellikle.
bürhan-ı kat’î:
kat’î, kesin de-
lil; en sağlam, şeksiz delil, her
hangi bir şüphe bırakmayan
delil.
cemal:
güzellik.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
cüz’iyat:
parçaya ait olan şey-
ler.
dest-i gaybî:
görünmez el.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
gaye:
maksat, hedef.
hakikî:
gerçek.
hakîmâne:
hikmetli bir şekil-
de.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hüner:
marifet, bilgililik, usta-
lık, maharet.
iaşe:
geçindirme, besleme, ya-
şatma.
içtima:
toplanma.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
iştirak:
ortak olma, ortaklık
etme.
izhar:
ortaya koyma, açığa çı-
karma, gösterme.
kemalât:
faziletler, kemaller,
olgunluklar, mükemmellikler.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Ma’bud:
kendisine ibadet edi-
len, tapınılan, kulluk edilen Al-
lah.
madem:
... -den dolayı, böyle
ise.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
niteliği.
maksat:
gaye.
memnun:
hoşnut, razı.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
mukabele:
karşılık verme, kar-
şılama.
1...,241,242,243,244,245,246,247,248,249,250 252,253,254,255,256,257,258,259,260,261,...1581
Powered by FlippingBook