nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz bir hikmeti iktiza eden şu
fiil, ancak onun fiilidir.
evet, bu çok hassas mizana ve çok maharetli sanata ve
çok hikmetli intizama kör ve serseri ve intizamsız ve şu-
ursuz ve hedefsiz ve istilâcı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve
tabiatlar ve sebepler karışamazlar, ellerini uzatamazlar.
Yalnız, mef’uliyette ve kabulde ve perdedarlıkta emr-i
rabbanî ile istihdam olunuyorlar.
İşte, bu üç ayetin işaret ettikleri üç hakikatin tevhide
delâlet eden üç nüktesi gibi, hadsiz ef’al-i rabbaniyenin
hadsiz cilveleri ve tasarrufları, ittifakla bir tek Vahid-i ehad
bir zat-ı zülcelâl’in vahdetine şahadet ederler.
ÜçÜNCÜ HaKİKaT
Mevcudatın ve bilhassa nebatat ve hayvanatın sür’at-i
mutlaka içinde kesret-i mutlaka ve intizam-ı mutlak ile ve
sühulet-i mutlaka içinde gayet hüsn-i sanat ve maharet ve
ittikan ve intizam ile ve mebzuliyet-i mutlaka ve ihtilât-ı
mutlak içinde gayet kıymettarlık ve tam imtiyaz ile icatla-
rıdır.
evet, gayet çokluk ile gayet çabukluk, hem gayet sa-
natkârâne ve mahirâne ve dikkat ve intizam ile gayet ko-
lay ve rahatça, hem gayet mebzuliyet ve karışıklık içinde
gayet kıymetli ve farikalı olarak, bulaşmadan ve bulaştır-
madan ve bulandırmadan yapmak, ancak ve ancak bir
tek vahit zatın öyle bir kudretiyle olabilir ki, o kudrete hiç-
bir şey ağır gelmez. Ve o kudrete nispeten, yıldızlar,
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 261 |
AYETÜ’L-KÜBRA
mebzuliyet-i mutlaka:
mutlak ve
kesin olarak ucuzluk ve bolluk.
mef’uliyet:
fiilden etkilenmişlik.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar.
nebatat:
bitkiler.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
perdedar:
bir şeyin görünüp bi-
linmesine engel ve perde olan
kimse.
sanatkârâne:
sanatkârca.
sühulet-i mutlaka:
sonsuz ve tam
kolaylık.
sür’at-i mutlaka:
mutlak bir sür’at-
lilik.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şuursuz:
idraksiz, bilgisiz.
tabiat:
maddî âlem.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup ida-
re etme, mülkünü istediği gibi kul-
lanma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
vahdet:
birlik ve teklik.
vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah.
Vahit:
zatında ve sıfatlarında tek
ve yegâne olan.
Zat-ı Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
ve haşmet sahibi olan zat; Allah.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bilhassa:
özellikle.
cilve:
tecelli, görüntü.
delâlet:
delil olma, gösterme.
ef’al-i rabbaniye:
Allah’ın ken-
di Zatına mahsus ve Rab ismi-
nin tecellisi olan fiilleri.
emr-i rabbanî:
Allah’ın emri.
farika:
fark eden, ayrı.
fiil:
iş, hareket.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hayvanat:
hayvanlar.
hüsn-i sanat:
sanat güzelliği.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ihtilât-ı mutlak:
mutlak karı-
şıklık ve bozukluk.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstün-
lük.
intizam-ı mutlak:
tam inti-
zam, her şeyi kuşatmış dü-
zen, tertip.
intizamsız:
düzensiz, düzgün
olmama.
istihdam:
bir hizmette kullan-
ma, çalıştırma.
istilâ:
kaplama, yayılma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği
etme.
ittikan:
gözle görmüş gibi sağ-
lam bilme ve inanma.
kesret-i mutlaka:
mutlak çok-
luk, sınırsız çokluk.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kuvvet:
güç, kudret.
maharet:
mahirlik, ustalık.
mahirâne:
mahir bir şekilde,
ustaca, ustalıkla, maharetle.
mebzuliyet:
ucuzluk, bolluk,
çokluk.