sühuletli ve bir ağacı bir çiçek kadar zahmetsiz icat ettiği
gibi, bir çiçeği bir ağaç kadar sanatlı, bir ağacı bir bahar
kadar mu’cizatlı ve bir baharı bir haşir gibi cemiyetli ve
harikalı halk eder ve gözümüzün önünde halk ediyor.
risale-i nur’da kat’î ve kuvvetli çok bürhanlar ile ispat
edilmiş ki, eğer vahdet ve tevhid olmazsa, bir çiçek bir
ağaç kadar, belki daha müşkülâtlı; ve bir ağaç bir bahar
kadar, belki daha suubetli olmakla beraber, kıymet ve sa-
natça bütün bütün sukut edeceklerdi. Ve şimdi bir daki-
kada yapılan bir zîhayat, bir senede ancak yapılacaktı.
Belki de hiç yapılmayacaktı. İşte bu mezkûr sırra binaen-
dir ki, gayet mebzuliyet ve çoklukla beraber, gayet kıy-
mettar ve gayet çabuk ve kolaylıkla beraber, gayet sanatlı
olan bu meyveler, bu çiçekler, bu ağaçlar ve hayvancık-
lar, muntazaman meydana çıkıyorlar ve vazife başına ge-
çiyorlar ve tesbihatlarını yapıp, bitirip, tohumlarını yerle-
rinde tevkil ederek gidiyorlar.
•
İkinci sır:
nasıl ki nuraniyet ve şeffafiyet ve itaat sırrıyla ve kud-
ret-i zatiyenin bir cilvesiyle, bir tek güneş, bir tek âyine-
ye ziyalı akis verdiği gibi, hadsiz âyinelere ve parlak şey-
lere ve katrelere o kayıtsız kudretinin geniş faaliyetinden
ziyalı ve hararetli olan ayn-ı aksini emr-i İlâhî ile kolayca
verebilir. Az ve çok birdir, farkı yoktur.
Hem, bir tek kelime söylense, nihayetsiz hallâkıyetin
nihayetsiz vüs’atinden, o bir tek kelime, bir tek adamın
akis:
yansıma.
âyine:
ayna.
ayn-ı akis:
yansımanın, aksetme-
nin ta kendisi.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cemiyetli:
bir çok şeyi bir arada
bulunduran, pek çok özellikleri içi-
ne alan, kapsamlı.
cilve:
tecelli, görüntü.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
halk:
yaratma, yaratış.
hallâkıyet:
yaratıcılık.
harika:
olağanüstü.
haşir:
yeniden dirilip toplanmak,
ikinci diriliş.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
itaat:
boyun eğme, uyma, alı-
nan emre göre hareket etme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
katre:
damla.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
mebzuliyet:
ucuzluk, bolluk,
çokluk.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekle-
ri büyük harika işler.
muntazaman:
düzgün, düzenli
ve devamlı olarak.
müşkülât:
müşküller, güçlük-
ler, zorluklar, çetinlikler.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nuraniyet:
nurluluk, parlaklık,
aydınlık.
suubet:
güçlük, zorluk.
sühulet:
kolaylık.
sukut:
değerden düşme, de-
ğerini yitirme.
şeffafiyet:
şeffaflık, şeffaf ol-
ma hâli, saydamlık.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı
Hakkın bütün noksan sıfatlar-
dan uzak ve bütün kemal sı-
fatlara sahip olduğunu ifade
eden sözler.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
tevkil:
vekil etme, edilme.
vahdet:
birlik ve teklik.
vazife:
görev.
vüs’at:
genişlik, bolluk.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zîhayat:
hayat sahibi.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 264 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar