Hem, bir âmir, bir arş emriyle bir tek neferi hücum et-
tirdiği gibi, muntazam ve mutî bir orduyu dahi o tek em-
riyle hücuma sevk eder.
Hem, pek büyük bir hassas mizanın iki gözünde, iki
dağ muvazene vaziyetinde bulunsalar, iki kefesinde iki yu-
murta bulunan diğer mizanın, bir tek ceviz, bir kefesini
yukarıya kaldırması, birini aşağı indirmesi gibi, o tek ce-
viz, bir kanun-i hikmetle, öteki büyük mizanın bir gözünü
dağ ile beraber dağın başına ve öbür dağı derelerin dibi-
ne indirebilir.
Aynen öyle de, kayıtsız, nihayetsiz, nuranî, zatî, ser-
medî olan kudret-i rabbaniyede ve beraberinde bütün in-
tizamatın ve nizamların ve muvazenelerin menşei, men-
baı, medarı, mastarı olan nihayetsiz bir hikmet ve gayet
hassas bir adalet-i İlâhiye bulunduğundan; ve cüz’î ve küllî
ve büyük ve küçük her şey ve bütün eşya o kudretin hük-
müne musahhar ve tasarrufuna münkad olduğundan, el-
bette zerreleri kolayca tedvir ve tahrik ettiği gibi, yıldızla-
rı dahi nizam-ı hikmet sırrıyla kolayca döndürür, çevirir.
Ve baharda, bir emir ile sühuletle bir sineği ihya ettiği
gibi, bütün sineklerin taifelerini ve bütün nebatatı ve hay-
vancıkların ordularını, kudretindeki hikmet ve mizanın sır-
rıyla, aynı emirle, aynı kolaylıkla diriltip meydan-ı hayata
sevk eder.
Ve bir ağacı baharda çabuk diriltmek ve kemiklerine
hayat vermek gibi, o hikmetli, adaletli kudret-i mutlaka
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
adalet-i İlâhîye:
Allah’ın adaleti,
İlâhî adalet.
amir:
emreden, buyuran.
cüz’î:
az, parçaya ait olan.
gayet:
son derece.
hassas:
incelikli, en ufak ölçüleri
sağlıklı ve kesin olarak veren.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hücûm:
saldırma.
hüküm:
emir, buyruk.
ihya:
diriltme, hayat verme.
intizamat:
tertipler, düzenleme-
ler, düzenler.
kanun-ı hikmet:
hikmet kanunu.
kefe:
terazi gözlerinden her biri,
terazi gözü.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
kudret-i mutlaka:
mutlak kud-
ret, sonsuz ve sınırsız kudret.
kudret-i rabbaniye:
her şeyi ter-
biye eden Allah’ın sonsuz kudret
ve kuvveti.
küllî:
umumî, genel.
mastar:
kaynak, bir şeyin çık-
tığı yer.
medar:
sebep, vesile.
menba:
kaynak.
menşe:
esas, kaynak.
meydan-ı hayat:
hayat mey-
danı.
mizan:
terazi, ölçü.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
muvazene:
denge.
münkad:
inkıyat eden, boyun
eğen, itaat eden.
nebatat:
bitkiler.
nefer:
asker, er.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nizam:
düzgünlük, tertip.
nizam-ı hikmet:
Cenab-ı Hak-
kın koyduğu, tanzim ettiği, her
şeyin bir sebebe dayandığı
hikmetli düzen.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
sermedî:
ebedî, daimî, sürek-
li.
sevk:
önüne katıp sürme, yö-
neltme.
sır:
gizli hakikat.
sühulet:
kolaylık.
tahrik:
hareket ettirme, hare-
kete geçirme.
taife:
takım, güruh, familya.
tasarruf:
bir şeyin sahibi olup
idare etme, mülkünü istediği
gibi kullanma.
tedvir:
çekip çevirme, idare
etme.
vaziyet:
durum.
zatî:
zata ait, zatın kendisin-
den olan.
zerre:
maddenin en küçük
parçası, molekül, atom.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 266 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar