Ve madem, tanzim etmek ve bilhassa gayeleri takip et-
mek ve maslahatları gözeterek bir intizam vermek, yalnız
ilim ve hikmetle olur ve irade ve ihtiyâr ile yapılır; elbet-
te ve her hâlde, bu hikmetperverâne intizam ve bu gözü-
müz önündeki maslahatkârâne çeşit çeşit hadsiz intiza-
mat-ı mahlûkat, bedahet derecesinde delâlet ve şahadet
eder ki, bu mevcudatın Hâlıkı ve Müdebbiri birdir, faildir,
muhtardır. Her şey onun kudretiyle vücuda gelir, onun
iradesiyle birer vaziyet-i mahsusa alır ve onun ihtiyârıyla
bir suret-i muntazama giyer.
Hem, madem bu misafirhane-i dünyanın sobalı lâmba-
sı birdir ve ruznameli kandili birdir ve rahmetli süngeri bir-
dir ve ateşli aşçısı birdir ve hayatlı şurubu birdir ve hima-
yetli tarlası birdir; bir, bir, bir, tâ bin birler kadar... elbet-
te, bu bir birler bedahetle şahadet eder ki, bu misafirha-
nenin sânii ve sahibi birdir. Hem gayet kerîm ve misa-
firperverdir ki, bu yüksek ve büyük memurlarını zîhayat
yolcularına hizmetkâr edip, istirahatlerine çalıştırıyor.
Hem, madem dünyanın her tarafında tasarruf eden ve
nakışları ve cilveleri görünen
Hakîm, Rahîm, Musavvir,
Müdebbir, Muhyî, Mürebbî
gibi isimler ve hikmet ve rah-
met ve inayet gibi şe’nler ve tasvir ve tedvir ve terbiye gi-
bi fiiller birdirler. Her yerde aynı isim, aynı fiil birbiri için-
de, hem nihayet mertebede, hem ihatalıdırlar. Hem, bir-
birinin nakşını öyle tekmil ederler ki, güya o isimler ve o
fiiller ittihat edip, kudret ayn-ı hikmet, ve rahmet ve hik-
met ayn-ı inayet ve hayat oluyor.
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 271 |
AYETÜ’L-KÜBRA
edici, cömert, eli açık.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
maslahat:
ehemmiyetli iş, yerine
göre icap eden iş, davranış.
maslahatkârâne:
ehemmiyetli iş
yaparak, yerine göre uygun dav-
ranarak.
mertebe:
derece, basamak.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahluklar.
misafirhane:
misafirlerin kaldığı
ev, geçici bekleme yeri.
misafirhane-i dünya:
dünya mi-
safirhanesi.
misafirperver:
misafirden hoşla-
nan, misafire iyi muamele eden,
konuksever.
muhtar:
hükmü elinde tutan, ha-
reketinde serbest olan, dilediğini
yapan.
Muhyî:
ölüleri dirilten, hayat ve-
ren Allah.
Musavvir:
yarattıklarını istediği sı-
fat ve seçtiği maddî manevî su-
rette yaratan; Allah.
nakış:
işleme, süsleme.
nihayet:
son derece.
rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
ruzname:
takvim.
suret-i muntazama:
muntazam,
düzgün ve düzenli suret, biçim.
şe’n:
iş.
tanzim:
düzenleme, sıralama, ter-
tipleme.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya baş-
ka ifade tarzlarıyla anlatma.
tekmil:
tamamlama, kemale er-
dirme.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme.
vaziyet-i mahsusa:
kendine has
durum.
vücut:
var olma, varlık.
zîhayat:
hayat sahibi.
ayn-ı hikmet:
tamamen fay-
dalı ve gayeli, hikmetin tâ ken-
disi.
ayn-ı inayet:
inayetin, lütuf
ve ihsanın, bağışın tâ kendisi.
ayn-ı rahmet:
rahmetin tâ
kendisi.
bilhassa:
özellikle.
cilve:
tecelli, görüntü.
fail:
fiili işleyen, yapan, tesir
eden.
fiil:
iş, hareket.
gaye:
maksat, hedef.
gayet:
son derece.
güya:
sanki.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli se-
bep.
hikmetperverâne:
her şeyde
fayda ve gaye gözetir şekilde.
himayet:
koruma, esirgeme.
hizmetkâr:
hizmet yapan kim-
se, hizmetçi.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihtiyar:
irade, tercih.
ilim:
bilme, bilgi.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
intizamat-ı mahlûkat:
yara-
tılmışlardaki intizamlar, düzenli
ve sistemli oluş.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma.
kandil:
lâmba.
kerîm:
kerem sahibi, ihsan