edenlere cehennem azabı ayn-ı adalettir diye hükmetti,
nefsi dahi “Amenna” dedi.
d
ünYA YolCUsUnUn üÇünCü Menzİlde MüŞAHede ettİğİ
DörDÜNCÜ HaKİKaT
olAn
o
tUz
ü
ÇünCü
M
erteBe
:
Rahîmiyet ve rezzakıyet hakikatidir.
Yani, umum zemin yüzünde ve içinde ve havasında ve
denizinde bütün zîhayatın ve bilhassa zîruhun ve bilhassa
âciz ve zayıfların ve bilhassa yavruların, hem maddî ve
midevî, hem manevî bütün rızıklarını, şefkatkârâne, kuru
ve basit bir topraktan ve camit ve kemik gibi kuru odun
parçalarından yapılan ve bilhassa en lâtifi kan ve fışkı or-
tasından gelen ve bir dirhem kemik gibi bir tek çekirdek-
ten yapılan binlerle okka taamların, vakti vaktine, mukan-
nen bir surette, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak,
gözümüz önünde, bir dest-i gaybî tarafından verilmesi
hakikatidir.
evet,
(1)
o
Ú/
àn
Ÿr
G p
Is
ƒo
?r
dG ho
P o
¥Gs
Rs
ôdG n
ƒo
g %G s
¿
p
G
ayeti iaşeyi ve in-
fakı Cenab-ı Hakka tahsis edip hasrettiği gibi
Én
gs
ôn
?n
àr
°ùo
e o
ºn
?r
©n
jn
h Én
¡o
br
Rp
Q $G n
¤n
Y s
’p
G ¢p
Vr
Qn
’r
G p
‘ m
á s
``HBG n
O r
øp
e Én
en
h
(2)
m
Ú/
Ño
e m
ÜÉn
à`p
c /
‘ w
?o
c Én
¡n
Yn
Or
ƒn
à°r
ùo
en
h
ayeti dahi bütün insanların ve hayvanların rızıklarını
taahhüt ve tekeffül-i rabbanî altına aldığı, hem
âciz:
zayıf, güçsüz.
amenna:
inandık, diyecek yok,
tasdik ederiz.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayn-ı adalet:
adaletin aslı, adaletin
tâ kendisi.
azap:
günahlara karşı ahirette çe-
kilecek ceza.
bilhassa:
özellikle.
camit:
ruhsuz, cansız.
dest-i Gaybî:
görünmez el.
dirhem:
eski okkanın dört yüzde
biri.
fışkı:
taze hayvan gübresi.
hakikat:
gerçek, esas.
hasr:
yalnız bir şeye mahsus kıl-
ma, yalnız bir şeye kullanma.
hükmetme:
karar vermek, inan-
ca varmak.
iaşe:
geçindirme, besleme, yaşat-
ma.
infak:
nafaka vererek geçindirme,
besleme.
lâtif:
güzel, hoş.
maddî:
madde ile alâkalı, cismanî.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menzil:
yer, konak.
midevî:
mideye ait, mide ile ilgili.
mukannen:
belirli, şaşmaz, zamanı
veya niteliği belli.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe
de kötülüğe de meyli olan
duygu.
okka:
dört yüz dirhemden olu-
şan bir ağırlık ölçüsü birimi,
1283 gram.
rahîmiyet:
merhamet edici-
lik.
rezzakıyet:
rezzaklık, her mah-
lûka münasip rızkını verici ol-
mak.
rızık:
Allah’ın lütuf ve ihsan
ettiği nimetler.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şefkatkârâne:
şefkatli ve mer-
hametli bir şekilde.
taahhüt:
bir işin yapılması için
söz verme.
taam:
yemek, yiyecek.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tekeffül-i rabbanî:
Allah’ın
kefil olması, Cenab-ı Hakkın
yapmayı vaadetmesi.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı,
hayattar.
1.
Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’tır. (Zariyat Suresi: 58.)
2.
Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah’a ait olmasın.
Allah onların rahimlerindeki yerini de bilir, yaşayıp öleceği yeri de. Bunların hepsi apaçık
bir kitapta yazılmıştır. (Hûd Suresi: 6.)
AYETÜ’L-KÜBRA
| 284 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar