Şualar - page 290

ilmelyakinden aynelyakine ve aynelyakinden hakkalyaki-
ne iblâğ ediyor.
(1)
»
pq
H n
Q p
?°r
†n
a r
ø p
e Gn
ò'
g ! o
ó r
ª n
ër
dn
G
Én
æj'
ón
g r
¿n
G n
B’ r
ƒn
d n
…p
ón
àr
¡n
æ p
d És
æ`o
c Én
en
h Gn
ò'
¡ p
d Én
æj'
ón
g …/
ò s
dG ! o
ó r
ª n
ër
dn
G
(2)
u
?n
?r
É p
H Én
æu
Hn
Q o
?o
°So
Q r
än
ABÉ n
L r
ón
?n
d *G
İşte, bu pürmerak seyyahın, bu üçüncü menzilde mü-
şahede ettiği dört muazzam hakikatlerden aldığı envar-ı
imaniyeye gayet kısa bir işaret olarak,
Birinci Makamın
İkinci Babında
, üçüncü menzilin hakikatlerine dair şöy-
le denilmiş:
p
܃o
Lo
h »/
a /
¬ p
Jn
ór
Mn
h '
¤n
Y s
?n
O …/
òs
dG o
ón
Mn
’r
G o
ó p
MGn
ƒr
dG *G s
’p
G n
¬ '
d p
G n
B ’
p
Qn
ƒ°t
üdG p
ír
àn
Ø p
H p
á s
« p
MÉs
àn
Ør
dG p
án
?«/
?n
M p
án
WÉn
Mp
G p
án
ªn
¶n
Y o
In
ón
gÉn
°ûo
e /
? p
Oƒo
Lo
h
m
Qƒo
°ùo
b n
Óp
H p
án
?s
ªn
µo
Ÿr
G p
äÉn
«n
?r
G …p
hn
P r
ø p
e m
´r
ƒn
f p
?r
dn
G p
ä'
É p
e p
™n
Hr
Qn
’p
p
án
WÉn
Mp
G p
án
ªn
¶n
Y o
In
ón
gÉn
°ûo
e Gn
òn
cn
h @ p
¿Gn
ƒn
«n
?r
Gn
h p
äÉn
Ñs
ædG pq
øn
a p
In
OÉn
¡n
°û p
H
p
In
ón
gÉn
°ûo
Ÿr
É p
H m
¿Én
°ür
?o
f n
Óp
H p
án
ªn
¶n
àr
æo
Ÿr
G p
án
©° p
SGn
ƒr
dG p
á s
« p
fÉ n
ªr
M s
ôdG p
án
?«/
?n
M
p
™«/
ª n
ép
d p
án
£«/
ëo
Ÿr
G p
In
QGn
O p
’r
G p
án
?«/
?n
M p
án
ªn
¶n
Y o
In
ón
gÉn
°ûo
e Gn
òn
cn
h @ p
¿Én
«n
©r
dGn
h
o
In
ón
gÉn
°ûo
e Gn
òn
cn
h @ m
¿Én
°ür
?o
f n
’n
h m
AÉn
£n
N n
Óp
H p
án
ªn
¶n
àr
æo
Ÿr
Gn
h p
äÉn
«n
?r
G …p
hn
P
n
Ú/
bp
õn
Jr
ôo
Ÿr
G pq
?o
µ p
d p
án
? p
eÉs
°ûdG p
án
°TÉn
Y p
’r
Gn
h p
ás
« p
ª«/
Ms
ôdG p
án
?«/
?n
M p
án
WÉn
Mp
G p
án
ªn
¶n
Y
o
¬o
dn
Ón
L s
?n
L @ m
¿Én
«°r
ù p
f n
’n
h m
ƒr
¡n
°S n
Óp
H p
án
LÉn
?r
G p
âr
bn
h pq
?o
c »/
a p
án
æ s
`æn
?o
Ÿr
G
aynelyakin:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve sey-
rederek bilme.
azamet:
büyüklük.
azamet-i ihata:
kapsayıcılığın bü-
yüklüğü.
bab:
bölüm.
bilmüşahede:
görerek, bizzat şa-
hit olarak, görme derecesinde.
dair:
alâkalı, ilgili.
delâlet:
delil olma, gösterme.
envar-ı imaniye:
iman nurları,
imana ait parıltılar.
fenn-i hayvanat:
hayvanlar bili-
mi, zooloji.
fenn-i nebatat:
bitkiler bilimi, bo-
tanik.
fettahiyet:
her şeye lâyık bir şe-
kil ve suret verme sıfatı, fethedi-
cilik.
hacet:
İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık.
hakkalyakin:
bir şeyi yaşayarak,
içine girerek, doğruluğundan şüp-
heye asla yer bırakmayacak biçim-
de kesin olarak bilme.
hakikat:
gerçek.
iblâğ:
ulaştırma, eriştirme.
iaşe-i şamile:
kapsamlı geçindir-
me, besleme, yaşatma.
idare-i muhît:
herşeyi içine alan
kapsayan yönetim.
ilâh:
tanrı, ma’bud, Allah.
intizam:
düzgünlük, tertipli olma.
keza:
böylece, aynı şekilde.
menzil:
yer, konak.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
muntazam:
intizamlı, düzgün, ter-
tipli, düzenli.
mükemmel:
eksiksiz, tam.
müşahede:
gözle görme.
nevi:
çeşit, tür.
pürmerak:
çok meraklı.
rahîmiyet:
merhamet edicilik.
rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rı-
zıklandıran Allah.
rahmaniyet:
Cenab-ı Hakkın kul-
larını beslemesi, koruması ve mer-
hamet etmesi vasfı.
rızık:
yiyip içecek şey; maddî mâ-
nevî ihtiyaca lâzım nimet.
suret:
biçim, şekil.
şahadet:
şahit olma, şahitlik.
şamil:
şümulü bulunan, içine alan,
kaplayan, çevreleyen, hâvî.
şümullü:
kapsamlı.
vahdet:
birlik ve teklik.
Vahidü’l-Ehad:
Bir olan ve birliği
herbir şeyde tecelli eden Allah.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak.
vüs’at:
genişlik, bolluk.
zîhayat:
hayat sahibi.
zevi’l-hayat:
Hayat sahipleri, can-
lılar.
1.
Allah’a hamd olsun; bu, Rabbimin fazlındandır.
2.
Bizi bu saadete eriştiren Allah’a hamd olsun. Yoksa Allah hidayet etmeseydi biz ken-
diliğimizden buna erişemezdik. Gerçekten Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirdiler.
(A’raf Suresi: 43.)
3.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vahid-i Ehaddir ki, fenn-i nebatat ve hayvana-
tın şahadetiyle, dört yüz bin nevi zîhayatın suretlerinin mükemmel ve kusursuz şekilde
açılmasında görünen fettahiyet hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi, keza bilmü-
şahede ve apaçık görünen vüs’atli ve intizamlı rahmaniyet hakikatinin azamet-i ihatasının
müşahedesi, keza bütün zevi’l-hayata şamil, hatasız ve noksansız, muntazam idare-i mu-
hît hakikatinin azametinin müşahedesi, keza bütün rızık isteyenlerin hepsine birden her
hacetin vaktinde, tam ihtiyaç anında, şaşırılmadan ve unutulmadan şümullü rızıklandırıl-
masında görünen rahîmiyet ve iaşe-i şamile hakikatinin azamet-i ihatasının müşahedesi,
Onun vücub-i vücut içindeki vahdetine delâlet eder. Bütün onları rızıklandıran Rahman,
AYETÜ’L-KÜBRA
| 290 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar
1...,280,281,282,283,284,285,286,287,288,289 291,292,293,294,295,296,297,298,299,300,...1581
Powered by FlippingBook