zevki, pek kuvvetli bir kamçı olarak, hayvanları ve insan-
ları rızık peşinde koşturmakla tahrik ederek tembellikten
ve ataletten kurtarıp gezdirmesi, şuunat-ı rububiyetin bir
hikmetidir. eğer bu hikmet gibi mühim hikmetler olmasa
idi, ağaçların erzakını onlara koşturduğu gibi, hayvanla-
rın da mukannen olan tayınatlarını onlara zahmetsiz bir
surette fıtrî hacetlerini koşturacaktı.
İsm-i rahîm ve rezzak’ın cemallerini ve vahdaniyete
şahadetlerini tam görmek için, zemin yüzünü birden iha-
ta edip müşahede edecek bir göz bulunsa, kış ahirinde
erzakları bitmek üzere olan hayvanat kafilelerine imdad-ı
gaybî ve ihsan-ı rahmanî olarak nebatatın ellerine veri-
len ve ağaçların başlarına konulan ve validelerin sineleri-
ne takılan ve sırf hazine-i gaybiye-i rahmetten gayet le-
ziz ve gayet çok ve gayet mütenevvi taamları ve nimet-
leri gönderen rezzak-ı rahîm’in bu cilve-i şefkatinde ne
kadar şirin bir güzellik, ne kadar tatlı bir cemal bulundu-
ğunu görecek ve ondan bilecek ki, bir tek elmayı yapıp
bir adama hakikî bir rızık olarak mün’imâne veren, yal-
nız öyle bir zat yapar verir ki, mevsimleri, gece ve gün-
düzleri çevirir ve küre-i arzı bir sefine-i tüccariye gibi gez-
direrek, mevsimlerin mahsulâtlarını onunla zemindeki
muhtaç misafirlerine getirir. Çünkü, o elmanın yüzünde
bulunan sikke-i fıtrat ve hatem-i hikmet ve turra-i same-
diyet ve mühr-i rahmet, bütün elmalarda ve sair meyve-
lerde ve bütün nebatat ve hayvanatta bulunduğundan, o
tek elmanın hakikî maliki ve sânii, elbette ve her hâlde,
o elmanın emsali ve hem cinsi ve kardeşleri olan bütün
ahir:
son.
atalet:
tembellik, hareketsizlik,
çalışmama.
cemal:
güzellik, Cenab-ı Hakkın
lütuf ve ihsanı ile tecellisi.
cilve-i şefkat:
şefkat tecellisi,
görüntüsü.
emsal:
örnekler, benzerler.
erzak:
yiyecek, içecek, azıklar.
fıtrî:
tabiî, yaratılıştaki, doğuştan
olan.
gayet:
son derece.
hacet:
ihtiyaç.
hakikî:
gerçek.
hatem-i hikmet:
hikmet hatemi,
mührü.
hayvanat:
hayvanlar.
hazine-i gaybiye-i rahmet:
gay-
ba ait rahmet hazineleri, Cenab-ı
Hakkın var olan fakat şu âlemde
görünmeyen rahmet hazineleri.
hemcins:
aynı cinsten olan, bir
cins.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihsan-ı rahmanî:
çok merhametli
olan Cenab-ı Hakkın bağışları, ik-
ramları, lütufları.
imdad-ı gaybî:
gayba ait yardım;
Cenab-ı Hakkın çaresizliğe düş-
tükleri, büyük sıkıntılarla karışlaş-
tıkları anlarda mahlûkatına, kul-
larına yapmış olduğu özel yardım-
lar, himayeler.
ism-i rahîm:
bütün mahlûkatı
sonsuz rahmet ve merhameti ile
kuşatan anlamında Cenab-ı Hak-
kın bir ismi.
ism-i rezzak:
bütün yaratılmışla-
rın rızkını vere ve ihtiyaçlarını kar-
şılayan anlamında Cenab-ı Hak-
kın bir ismi.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
leziz:
lezzetli, tatlı.
mahsulât:
meyveler, ürünler.
malik:
sahip.
mukannen:
belirli, şaşmaz, zamanı
veya niteliği belli.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mühr-i rahmet:
Cenab-ı Hakkın
rahmetinin, merhametinin ve şef-
katinin mührü.
mün’imâne:
nimet verircesine;
nimet verene, ikram edene
yakışır şekilde.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
mütenevvi:
aynı cinsten ol-
mayan, nevi nevi, çeşit çeşit.
naat:
bir şeyi överek, met-
hederek anlatma, vasıflandır-
ma.
nebatat:
bitkiler.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
rezzak-ı rahîm:
merhametiy-
le rızık veren Allah.
sair:
diğer, başka, öteki.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sefine-i tüccariye:
ticaret ge-
misi.
sikke-i fıtrat:
yaratılış sikkesi.
sine:
göğüs.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şuunat-ı rububiyet:
idare ve
terbiye edici Rabbimizin zatına
mahsus işleri, şuunları.
taam:
yemek, yiyecek.
tâbi:
itaat eden, boyun eğen
kimse.
tahrik:
hareket ettirme, hare-
kete geçirme.
turra-i samediyet:
samediyet
turrası; Allah’ın, her şey Ona
muhtaç olduğu hâlde, Onun
hiçbir şeye muhtaç olmayışı-
nın mührü, işareti damgası.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı, Allah’ın bir oluşu.
valide:
ana, anne.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
zat:
azamet ve ululuk sahibi
olan.
zemin:
yeryüzü.
AYETÜ’L-KÜBRA
| 288 |
Y
edinci
Ş
ua
Şualar