Şualar - page 293

Bugünlerde, manevî bir muhaverede bir sual ve ce-
vabı dinledim. size, bir hülâsasını beyan edeyim:
Bi r i ded i :
“risale-i nur’un iman ve tevhid için büyük
tahşidatları ve küllî teçhizatları gittikçe çoğalıyor. Ve en
muannit bir dinsizi susturmak için yüzde birisi kâfi iken,
neden bu derece hararetle daha yeni tahşidat yapıyor?”
Ona cevaben dedi l er :
“risale-i nur, yalnız bir cüz’î
tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor. Belki küllî bir
tahribatı ve İslâmiyet’i içine alan ve dağlar büyüklüğünde
taşları bulunan bir muhit kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız
hususî bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor. Bel-
ki, bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit alet-
lerle dehşetli rahnelenen kalb-i umumîyi ve efkâr-ı am-
meyi ve umumun ve bahusus avam-ı mü’minînin istinat-
gâhları olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin
kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi,
kur’ân’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını kur’ân’ın ve ima-
nın ilâçlarıyla tedavi etmeye çalışıyor. elbette böyle küllî
ve dehşetli tahribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalya-
kin derecesinde, dağlar kuvvetinde hüccetler, cihazlar ve
bin tiryak hasiyetinde mücerrep ilâçlar ve hadsiz edviye-
ler bulunmak gerektir ki, bu zamanda kur’ân-ı Mu’cizül-
beyan’ın i’caz-ı manevîsinden çıkan risale-i nur o vazi-
feyi görmekle beraber, imanın hadsiz mertebelerinde te-
rakkiyat ve inkişafata medardır” diye, uzun bir mükâleme
cereyan etti. Ben de tamamen işittim, hadsiz şükrettim.
kısa kesiyorum...
Said Nursî
Şualar
Y
edinci
Ş
ua
| 293 |
AYETÜ’L-KÜBRA
kâfi:
yeter, kâfi gelir.
kal’a:
büyük hisar.
kalb-i umumî:
umumun kalbi, ge-
nele ait kalp, toplumun duyguları.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerini yap-
maktan âciz bırakan Kur’ân-ı Ke-
rîm.
kuvvet:
güç, kudret.
küllî:
umumî, genel.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
medar:
sebep, vesile.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
mücerrep:
tecrübe edilmiş, de-
nenmiş.
müfsit:
ifsat eden, bozucu, bo-
zan.
mükâleme:
konuşma.
rahne:
gedik, yara, yırtık.
sual:
soru.
şeair:
Müslümanlara ait kurallar,
kaideler, bütün Müslümanlarla il-
gili meseleler ve alâmetler.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tahşidat:
yığmalar, biriktirmeler,
toplamalar.
teçhizat:
teçhizler, donatmalar, ci-
hazlandırmalar.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler.
teraküm:
birikme, yığılma, top-
lanma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
tiryak:
panzehir olarak kullanılan,
zehirlenme veya hastalıklardan şi-
fa bulmaya vesile olan ilâç.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
vicdan-ı umumî:
kamu vicdanı.
avam-ı mü’minîn:
mü’minle-
rin geniş halk tabakası, avam
olanları.
bahusus:
hususiyetle, en çok,
hele.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cereyan:
akma, bir tarafa doğ-
ru akış.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cihaz:
alet, edevat.
cüz’î:
küçük, az.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
edviye:
ilâçlar, devalar.
efkâr-ı amme:
genelin, umu-
mun, düşünceleri, umuma ait
düşünce, kamuoyu.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakkalyakin:
marifet merte-
besinin en yükseği; bir şeyi
yaşayarak, içine girerek, doğ-
ruluğundan şüpheye asla yer
bırakmayacak biçimde kesin
olarak bilme.
hararet:
şiddet, coşku, şevk.
hasiyet:
hususî fayda, özellik.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
hüccet:
delil.
i’caz:
mu’cizelik, insanların ben-
zerini yapmaktan âciz kaldık-
ları şeyi yapmak.
i’caz-ı manevî:
manen mu’ci-
ze oluş.
iman:
inanma, itikat.
inkişafat:
inkişaflar, açılmalar,
meydana çıkmalar, gelişme-
ler.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyi-
leştirme, düzeltme.
İslâmiyet:
Müslümanlık, se-
mavî dinlerin sonuncusu.
istinatgâh:
dayanak noktası,
güvenilecek yer.
1...,283,284,285,286,287,288,289,290,291,292 294,295,296,297,298,299,300,301,302,303,...1581
Powered by FlippingBook