Birincisi
: Hazret-i ömer’in (
rA
), deccalin sureti-
ne karşı gösterdiği hiddet ve adavete mukabil, dec-
calin Hazret-i ömer’i (
rA
) senakârâne methetmesi-
dir.
İkincisi
: İslâm deccali kendisiyle alâkadar zannet-
tiği ve içerisinde
(1)
m
Ë/
ƒr
?n
J p
øn
°ùr
Mn
G?/
a n
¿Én
°ùr
fp
’r
G Én
ær
?n
?n
N r
ón
?n
d
ayeti bulunmasından
(2)
p
¿ƒo
`àr
j s
õdGn
h p
Ú
u
àdGn
h
suresinin ma-
nasını tekrar tekrar soracağını, hâlbuki bu surenin
komşusu olan Ikra suresinde
(3)
»'
¨r
à`n
«n
d n
¿É°n
ùr
fp
’r
G s
¿p
G
cümlesi manasıyla o deccalin harekâtına ve cifrî
makamıyla o deccalin tam tarihine baktığını ve in-
san ism-i umumiyesiyle de şahsından haber verdiği-
ni ihbar etmiştir.
Üçüncü hâdise
: “İslâm deccali Horasan tarafla-
rından zuhur edecek” denilmiş. Bu rivayet, tefsir ile
anlaşılmakla beraber, hem bu rivayet zamanında
türklerin vatanı Horasan olduğunu haber verir.
Hem de medar-ı şükran bir kerameti ihbar eder ki,
o İslâm deccali İslâmiyet’in bir kısım şeairine karşı
yedi yüz sene müddet zarfında İslâmiyet’in ve
kur’ân’ın elinde şerefşiar, bârikaâsâ bir elmas kılıç
olan türk milletini ve türkçülüğü muvakkaten isti-
mal edeceğini ve fakat tam muvaffak olmayarak,
geri çekileceğini ve kahraman ordu, dizginlerini
adavet:
düşmanlık, husumet.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münasebet-
li, bağlı.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan İlâhî
söz.
bârikaâsâ:
şimşek gibi.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme
dair işaretler çıkarmak ilmî.
dizgin:
idare, kontrol.
hâdise:
olay.
harekât:
hareketler.
hiddet:
öfke, kızgınlık, gadap, hı-
şım.
ihbar:
haber verme, bildirme, an-
latma, duyurma.
İslâm:
İslâm dini, peygamberlerin
sonuncusu olan Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) kendisine gelen vahiy ile
tebliğ buyurduğu din, Müslüman-
lık; Müslüman.
istimal:
kullanma.
keramet:
kerem, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
medar-ı şükran:
şükrü gerekti-
ren, şükre sebep.
medih:
övmeye ve methetmeye
sebep olan şey.
millet:
millet, ulus; çoğunlukla ay-
nı topraklar üzerinde yaşayan, ara-
larında din, dil, duygu, ortak tarih,
ülkü, gelenek ve görenek birliği
olan insan topluluğu.
mukabil:
karşı, karşılık, mu-
adil.
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
muvakkaten:
geçici olarak, az
bir zaman için.
rivayet:
bir haber, söz veya
olayı nakletme.
senakârâne:
sena edene ya-
kışır şekilde, methedene ya-
kışacak yolda, sena ederek,
senakârlıkla, övercesine.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
suret:
şekil, biçim.
şahıs:
insanın kendi nefsi, ken-
di varlığı, nefis, zat.
şeair:
dinin alâmetleri, işaret-
leri.
şerefşiar:
şerefli.
tefsir:
açıklama, tamamen
açıklama, izah.
vatan:
bir kimsenin doğup bü-
yüdüğü yer, üzerinde yaşanı-
lan ülke, yurt.
zan:
zannetme, sanma, kesin
olarak bilmeksizin kuvvetli ih-
timalle hükmetme.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
1.
Muhakkak ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. (Tîn Suresi: 4.)
2.
Yemin olsun incire ve zeytine. (Tîn Suresi: 1.)
3.
Muhakkak ki insan azgınlaşır. (Alâk Suresi: 6.)
f
ihriST
| 1230 | Şualar