Şualar - page 1221

karışamaz, kur’ân ve hadis-i kudsîler gibi aynen
tebliğ eder. diğer kısmı icmal iledir. tafsilât ve tas-
viratı peygamber-i zîşana (
AsM
) aittir. Hem hakaik-ı
imaniyeye girmeyen cüz’î hâdisat-ı istikbaliye nazar-ı
nübüvvette ehemmiyetli değildir.
Üçüncü Nokta:
İki nüktedir.
Birincisi
: Avam nazarında hakikat telâkki edilen
ve vakıaya mutabık zuhur etmeyen ve teşbihler ve
temsiller suretinde vürut eden hamele-i arş ve ha-
mele-i arz gibi hadislere dairdir.
İkincisi
: Bir cihette hususî bulunduğu hâlde küllî
ve âmm telâkki edilen (meselâ; “
Bir zaman gelecek,
‘Allah, Allah’ diyen kalmayacak
1
diye varit olan)
hadisler hakkındadır.
Dördüncü Nokta:
Çok hikmetler ve maslahatlar
için rahmanirrahîm’in gizlediği mevt ve ecel muay-
yen olsa idi, yarı ömr-i beşer gaflet-i mutlaka içinde
ve daha sonraki ömrü dehşet-i mutlaka içinde geçe-
cek idi.
Hem, başa gelen musibetlerin vakitleri muayyen
olsa idi, daha o musibetler gelmeden, gelip geçin-
ceye kadar elem ve ıztıraplarını çektirecekti.
Hem, muayyen olmayan dünyanın eceli ve bil-
cümle mahlûkatın mevtleri muayyen olsa idi, ku-
run-i Ulâ ve Vusta büsbütün gaflet içinde, kurun-i
Uhra mezbahaya gider gibi, pek dehşetli bir endişe
ve pek müthiş bir elem içinde kalacaktı.
Şualar | 1221 |
f
ihriST
hikmet:
herkesin bilmediği gizli
sebep; gizli, bilinmeyen nokta.
hususî:
özel, şahsi.
ıztırap:
üzüntü veren bir duru-
mun meydana getirdiği kuvvetli
acı, aşırı elem, azap, sıkıntı.
icmal:
öz, özet.
Kurun-i uhra:
Orta Çağ sonrası,
Yeni Çağ ve Yakın Çağ; Son Çağ,
son asır.
küllî:
külle ilgili, bütüne ait, umu-
mî, bütün, hepsi.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar, Allah tarafından yaratılanlar.
maslahat:
iş, emir, husus, madde,
keyfiyet.
mevt:
ölüm, vefat.
mezbaha:
hayvan kesilen yer, sal-
hane.
muayyen:
tayin edilmiş, belli, be-
lirli.
musibet:
felâket, belâ, ansızın ge-
len belâ, dert, sıkıntı.
mutabık:
uygun.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
korkutan, dehşetli, korkunç.
nazar:
düşünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
nazar-ı Nübüvvet:
peygamberlik
nezdinde, peygamberlik katında.
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana, ancak dikkat edildiğin-
de anlaşılan ince söz ve mana.
suret:
şekil, biçim.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar, izah-
lar, etraflı olarak bildirmeler.
tasvirat:
tasvirler, resmini yapma-
lar.
tebliğ:
bildirme, beyan etme.
telâkki:
anlama, anlayış, görüş.
temsil:
benzetme.
teşbih:
benzetme.
vakıa:
vuku bulan, olan, geçen
şey; olmuş bir iş.
varit:
vürut eden, gelen, ulaşan,
vasıl olan, erişen.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
âmm:
sene, yıl.
avam:
halkın büyük kısmı,
umum, herkes; “havas”ın zıd-
dı.
bilcümle:
bütün, hepsi, hep,
toptan.
cihet:
yan, yön, taraf.
cüz’î:
kıymetsiz, önemsiz, te-
ferruat.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
dehşet-i mutlaka:
mutlak deh-
şet, tam dehşet hâli.
ecel:
her mahlûkun ve canlı-
nın Allah tarafından takdir edi-
len ölüm vakti, insan ömrü-
nün belli vakti.
ehemmiyet:
önem.
elem:
acı, ağrı, maddî-manevî
ıztırap; dert, üzüntü, kaygı, ta-
sa.
endişe:
düşünce, vesvese, kuş-
ku, kuruntu, merak, kaygı, ke-
der, gam, şüphe, korku.
gaflet:
gafillik, boş bulunma,
ihtiyatsızlık, dikkatsizlik.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkası-
na ait söz, iş veya davranış.
hâdise:
olay.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek.
hamele-i arş:
en üstteki gök
katmanını taşıyanlar.
1.
Müslim, 1:131; Müsned, 3:107, 201, 268; Kenzü’l-Ummal, 14:227, 228; Hâkim, Müstedrek, 4:494.
1...,1211,1212,1213,1214,1215,1216,1217,1218,1219,1220 1222,1223,1224,1225,1226,1227,1228,1229,1230,1231,...1581
Powered by FlippingBook