kiramen kâtibîn insanın omuzlarında durup onları
yazması, ebedî manzaralarda göstermek için muha-
faza etmesi ve sahiplerine daimî mükâfat kazandır-
ması bana o kadar şirin geldi ki, tarif edemem” di-
ye, üstadımızın şu meseledeki derin görüşlerinin
kudsiyetini göstermek için ellerine Fihriste anahta-
rını takdim ediyoruz.
Emirdağ Nur Talebeleri
* * *
Her asırda, her devirde imana ve kur’ân’a ve İs-
lâmiyet’e hizmet eden nuranî, mübarek şahsiyetler
gelmişler. Bunların karşısına nemrutlardan, Fira-
vunlardan, ebu Cehillerden birer tanesi çıkmış, mu-
sallat olmuşlar. Vazife-i diniyelerine set çekmeye
çalışmışlar. Bu asırda da nur’ların ve şakirtlerinin
takip ettikleri kudsî hizmet-i imaniye ve kur’âniye-
ye mason ve komünist ve zındıka güruhları sistemli
bir şekilde gayet dessasâne hilelerle bütün maddî ve
manevî kuvvetlerini ortaya dökerek çalışmışlar. ri-
sale-i nur’un müellifi olan ve mübarek ve iman ve
kur’ân abidesi olan üstadımızı, talebeleriyle birlikte
hapislere, zindanlara, menfâlara atarak, onlara,
hiçbir asırda emsali görülmemiş işkenceleri, hata
vahşî ve canavarca zulümleri hiç çekinmeyerek ya-
pagelmişler. üstadımıza, hayatına son vermek için,
defalarca zehir vermişler. İhtilâttan menederek,
şahsî nüfuzunu kırmak için çeşitli yalan ve iftiralar,
Şualar | 1217 |
f
ihriST
menfâ:
nefyolunan yer, nefiy yeri,
birinin sürüldüğü yer, sürgün yeri.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
musallat:
fazlasıyla üzerine giden,
rahatsız eden, aşırı derecede sa-
taşan, sık sık rahatsızlık veren.
mübarek:
feyizli, bereketli.
müellif:
kitap yazan veya kitap
hazırlayan, bir eseri ortaya koyan
ve eserin sahibi olan kimse, ya-
zar.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet veya
başarıdan ötürü verilen şey, ödül.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
set:
kapama, tıkama, engel olma.
şahsî:
şahsa ait, kişiye, kendine
ait, şahısla ilgili, hususî.
şahsiyet:
kişi, kimse.
şakirt:
talebe, öğrenci.
takdim:
arz etme, sunma.
talebe:
istekliler, talep edenler.
üstat:
bir ilim veya sanatta üstün
olan kimse.
vazife-i diniye:
dinî vazife, dinle
ilgili görev.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
zindan:
hapishane.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence.
abide:
yadigâr kalacak eser,
anıt.
asır:
yüzyıl.
daimî:
sürekli, devamlı.
dessasâne:
aldatıcı bir şekilde,
hileyle iş yaparak.
ebedî:
ebede mensup, zevalsiz,
sonu olmayan, sürekli, hiç son
bulmayacak şekilde süren.
emsal:
eş, benzer.
fihriste:
bir kitapta veya bir
dükkânda bulunan şeyleri sı-
rayla gösteren liste.
güruh:
cemaat, bölük, topluluk,
takım, kısım.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
başkasına yükleme, bühtan,
ifk.
ihtilât:
karışıp görüşme, ilişkide
bulunma, beraber yaşama.
iman:
hak dini kabul etme,
İslâm dinini kabul etme, İslâmın
gerekli olan esaslarına inanma,
Allah’a inanma.
kudsî:
mukaddes, kutlu, mu-
azzez, aziz.
kudsiyet:
kutsallık, mukad-
deslik, azizlik.
manzara:
bakılıp seyredilen
yer.
mason:
dünyevî maksatlarla
kurulmuş, sıkı bir dayanışmayı
esas alan komiteci teşkilâtın
mensubu.
men:
yasak etme, durdurma,
mâni olma, bırakmama, bir
şeyi diriğ etme, bir şeyin ya-
pılmasını engelleme, esirgeme,
vermeme, önleme.